kadın ruhunu anlamak... "
Kadın ruhunu anlamak' diye bir laf dolaşıp durur ortalıkta. Çoğumuz bunu kadınlara okşayıcı sözler söylemeyi, çiçek sunmayı, 'romantik davranarak güven vermeyi bilmek diye yorumlarız. Oysa kadın gözünde çiçek miçek ayrıntıdır. Ona göre bir ilişkiyi kaba cinsellikten ayırıp 'romantik' kılan başlıca özellik, sürekli olma şansının yüksekliğidir. Dünyanın en çok sorulan sorusu, 'Beni seviyor musun? ' sözüdür herhalde. Onun gerisindeki kaygı da açıktır:İlişkimiz kalıcı mı? Yoksa çekip gidecek misin hevesini aldıktan sonra?"
şu sıralar okuduğum bir kitaptaki bu sözler çok çarpıcı geldi bana...
bundan önceki, sana sunduğum ya da seni anlattığım '
Bir Çiçek Getir, Yeter' başlıklı yazımdaki düşüncelerimi yeniden gözden geçirmek zorunda kaldım, biliyor musun?
'çoklu okuma'yı da, 'çoklu yazma'yı da seven biriyim. mesleğimdir de bu işler. kitapta söylenenleri, kendi yazdıklarımla bir arada okumanın bana birçok şey kazandırabileceğini düşündüm.
bu yazımdan bir önceki 'Düşleyin, Küllerim' başlıklı İlhan Berk alıntısında geçen 'Söylenmez/i Bulmak' doğrultusunda, tanıştığımız ilk günlerimizi ya da yaşadığımız o tuhaf ve uzun başlangıcı yeniden kurcalamak geldi içimden... izninle...
....
bana sevgi ve şefkatle sarılacak biri olsun, yeter...
sana sevgi ve şefkatle sarılacak biri olacaktım. bu senin için yeterliydi. öyle demiştin.
...
ilk tanışmamız... istanbul kadıköy'de bir akşamüstüydü.
'panorama'daydık. senin benden önceki sonuncu (!) arkadaşınla benim bir arkadaşım daha vardı aramızda. üç erkek, bir kadın... iyi başlamıştı söyleşimiz...
arkadaşın sözü bir ara, senden neden koptuğunu anlatmaya başlamıştı. çok içten bir konuşmaydı.
'bende aşk yoktu, seninse çok dağınık bir yaşantın vardı, yalan mı?' demişti adam senin yüzüne bakarak.
sen de 'ha şunu bileydin. sende aşk olsaydı, bu kadar dağıtır mıydım ben kendimi?' demiştin.
hepimiz gülüşmüştük... ikinizin içtenliği beni de sarmıştı.
adama sormuştum: 'evlisiniz değil mi'
ne demişti adam: 'evet de, nerden biliyorsunuz?'
'te be böyle olur o işler,' deyince ben, basıvermiştik yine hep birlike kahkahayı...
sonra sana dönüp: 'yüküm buğday unudur / evliye gönül verme / eve gider unutur' demiştim.
'çak kardeşim, çak!' diyerek ellerini havaya kaldırmıştın. çarpıştırmıştık ellerimizi...
arkadaşından özür dileyerek, senin omzuna uzatmıştım sağ kolumu sonra.
söyleşimiz böyle sürüp giderken, benim arkadaşım: 'bana bak oğlum, durumunu sor önce yanındaki kadının. omzuna kolunu attığın kişi 2 çocuklu bir hanım. alabilecek misin onların sorumluluğunu da üzerine?'
'dur bakalım,' demiştin sen arkadaşıma. sonra da eklemiştin: 'ben, elime bir erkek eli değdiğinde hamile kalacağımı sandığım dönemimi atlatalı yıllar oldu. hem senin şu ayrıldığım arkadaşımdan ne farkın var? o evli, sen de evlisin, ve üstelik senin de sevgilin var...'
'karıştırma beni şimdi,' demişti arkadaşım...
sonra benim dışımda üçünüz, 'şu doğru, bu eğri' tartışmaları arasında yitivermiştiniz.
vakit artık geç olmuştu, benim arkadaşımla seninki, evlerine gitmek için karşıya geçeceklerdi. sen kadıköy'deki evine gidecektin. ayrılmıştık arkadaşlardan ve ikimiz kıyı boyunca konuşarak yürümeye başlamıştık...
evinde bir arkadaşınla kaldığını, aranızın bir süredir soğuk olduğunu ve yakında ikinizden birinin evden ayrılması gerektiğini söylemiştin. uygun bir zamanda, yine buluşalım diyerek ayrılmıştık.
...
kadıköy kıyısındaki eysan'da buluşmuştuk bir cuma akşamı kadıköy'deki 'eysan'ın çatı katındaki restorantta yemeğe davet etmiştim seni. 'seve seve gelirim,' demiş, gelmiştin...
geldiğimizde kimsecikler yoktu ikimizden başka... gidene kadar da bir gelen olmamıştı. ikimiz için özel bir akşama dönüşmüştü buluşmamız.
çok şey konuşmuştuk. neler söylemiştin? şu yönünü çok beğendim... ama şu yanın var ya, bil ki... önderlik ruhun çok güçlü... çok zekice konuşuyorsun... çok kimseye söz ettim senden son günlerde... herkes merakta, biliyor musun? falan, filan, fişmekân...
ben ne demiştim dur bakayım: valla yalnız bir insanım, aile bağlarım güçlü değildir benim. senden söz edecek kimsem olmadı benim. ben, babam olsa, yanlışlık yapanı, yaptığı yerde bırakırım... sessiz, gürültüsüz oracıktan tüyerim... umarım uzun sürer bu dostluk. pek emin değilim ben kendimden... falan, filan, fişmekân...
sormuştun: 'sözünü etmiştin birinin, tanışmamızın ilk haftasındaki görüşmemizde bir ara, telefonda... haber var mı ondan?'
yanıtlamıştım sorunu: 'var haber... ama, istanbul dışında bir yerdeymiş. dönmeyecekmiş bir süre... söz ettim senden ona, biliyor musun?'
sormuştun: 'sen ne dedin, o ne dedi?'
yanıtlamıştım: 'biriyle tanıştım, evliliğe gidebilir. bilgin olsun,' dedim telefonda. o da, 'benim ilişkilerim dağıldı, koptum istanbul'dan. bekleme beni. mutluysan, sürdür gitsin, gideceği yere kadar...'
sormuştun: 'ilerde filan, sorun çıkarır mı, dersin?'
yanıtlamıştım: 'çıkarmaz... ama, çok uğraşman gerekecek onu benim ruhumdan silebilmek için. o insandan duydum ben, 22 yıl aradan sonra kendi anadilimde 'Seni seviyorum,' sözünü. bu sözü, ondan 22 yıl önce bir başkasından duymuştum...'
geldiğini söylemiştin eysan'a, benden önce bir kez daha
hemen bir sigara yakmıştın... çakmağı kalem gibi tutup, masadaki tabağının kenarına vurmaya başlamıştın 'tık, tık, tık!' garson gelmişti. 'pardon! yok bir isteğimiz,' deyivermiştin...
titreyen bir sesle söylediğin 'çok etkilemiş olmalı seni bu kadın?' sözüne karşılık, 'kendisi bu ilişkinin adını sonraları yârenlik, dostluk, sırdaşlık filan koydu,' demiştim.
'hımm, bir başkası var demek ki,' deyince sen, 'allahaşkına,' demiştim, 'bizim yaşlarımızdakiler arasında hangimizin yaşamında bir başkası yok ki?'
'olur mu canım öyle şey!' diyerek tepki gösterdiğinde, ne demiştim: 'bak güzelim, bu işte pazarlık olmaz: yaşayalım! görelim!'
{{kalkma vakti geldiğinde, ben biraz tedirgindim. fark etmişsindir sanıyorum... aklıma o kadınla bir söyleşide konuştuğumuz durum gelmişti... 'yemeğe çıkan kadın ve erkek, yemek bitince, ayrı ayrı kendi evlerine değil, ikisinden birinin evine giderler. böyledir bu iş dünyada,' demiştim ben ona, o da kahkahayla gülmüştü. sonraları da birkaç kez takılmıştı bana: 'demek, önce yemeğe, sonra yatağa...'
gerçekten, şimdi n'olacaktı acaba? sen ve ben???}}
...
güzel bir akşam olmuştu. kalkmadan önceki sözün ne mi olmuştu: 'birlikte kaldığımız adam ayrılmak istemedi evden, yakında ben kendim oradan taşınacağım. pazartesi benim işyerime gelmeni istiyorum, gelir misin?'
anlaşılan bu tür buluşmalar daha epey sürecekti. bu son soru onu gösteriyordu...
'gelirim,' demiştim gülerek. sonra...
sonra da, sen kendi evine...
ben kendi evime...
....
okuduğum kitapta, yazar, yukarıda alıntıladığım kesimde sözünü ettiği, ''İlişkimiz kalıcı mı? Yoksa çekip gidecek misin hevesini aldıktan sonra?' biçimindeki kadıncıl kaygıyı şöyle irdeliyor:
'kadının önceliği: 'en kaliteli erkekten çocuk yapmak'
'ilişkimiz kalıcı mı?'
"Öyle kaygıları doğal karşılamak gerekir. Çünkü sağlıklı ve tipik bir kadının ruhunun derinliklerindeki başlıca istek başarılı bir anne olmaktır. Yani kendine bağlayabileceği en kaliteli erkekten çocuk yapmak ve eşin sürekli desteğiyle yuvanın güvenliğini sağlamak...
Bu öncelik hesaba katılmadan kadın davranışlarına akıl erdirilemez."
....
sözünü ettiğim kitapta, ilgili bölümün başlığı da çok ilginç: 'Onlar B/aşkadır'.
umarım, çekmiştir senin de ilgini bu kitap. bak, daha neler neler diyor yazar:
"Yaptığınız her şeyi düşünerek verdiğiniz kararlarla yaptığınıza inanıyorsanız yanılmaktasınız. Davranışlarımızın pek azı bilinçlidir; gerisi içgüdülerden kaynaklanır.
Her canlı gibi bizimde iki temel içgüdümüz var:
1. Kendini korumak (tehlikeden kaçmak, açlık ve susuzluk gidermek, sığınak bulmak ya da yapmak, uyumak, dinlenmek vb.)
2. Kendini sürdürmek (eş sağlamak, döllemek ya da döllenmek, yavruyu yaşatmak)
O hedeflere ulaşmak için erkekle dişinin strateji ve taktikleri kimi yerde birbirine parelel, kimi yerde karşıttır. ... Birinin belirgin özelliği ataklık, ötekinin büyük kozu ihtiyattır."
...
yazarın, şu sözü sanıyorum seni çok düşündürecek: "'Kadın ruhunu anlamak' diye bir laf dolaşıp durur ortalıkta..."
ne demiştin bir ara bana: "okur musun Ahmet Altan'dan? kadın ruhunu çok iyi tanıyor ve biliyor Altan...
ben ne demiştim: "bence büyük bir yazar Altan... yalnız merak ettim, 'kadın ruhunu çok iyi tanıyor,' derken, senin ne gibi saptamaların oldu? bana yazar mısın lütfen görüşlerini?"
yazmış mıydın? hayır, ne gezer! sormuştum bir ara ikinci kez, o zaman ne demiştin: 'valla ne bileyim, anlamış işte... keşfetmiş, yaşadıklarından olsa gerek. işte, o kadar...'
ben seni aydınlanmış bir kadın bilirdim oysa... neyse.
...
adın 'çiçek getiren,' kalsın senin bu blogda. sürdüreceğim 'senden ve sana yazmayı'
çiçek getiren...
'tutuklu kaldım ben sende': nişan akşamımızda istediğin ve birkaç kez çaldırdığın bu şarkıyı, dinliyor musun bugünlerde?
dinlemiyor olabilirsin... nitekim, facebook'ta (yüzlerkitabı) gördüm fotoğrafını: sabah çorbanı içiyordun, tünel çevresinde bir yerde. açık havada. yalnızdın!
ve o eski takıların gerdanındaydı yine...
'tanıdıklarımızla iletişim kurmamızı ve yaşamımızda olup bitenleri paylaştığımız' facebook ortamındaki sayfanda neler demişsin bir bakalım...
'biyografi: Okuyan, yazan, evrensel düşünen, özgürlükçü, sevgiden ve barıştan yana sıradan bir kadın.'
'sevdiği sözler: Hayat insanı eğitiyor, önemli olan satır aralarını iyi okuyabilmek...'
facebook'taki arkadaşlarının sayısı 501. şimdi kalkıp 'beni de al onların arasına,' desem, sanıyorum, 'bu zenginlik yeter bana,' der sıyrılırsın işin içinden.
olsun varsın... hadi, ikimizin de açık olsun yolu... ikimize de 'uğurlar ola!'
sözünü ettiğim kitap üzerine kısa bilgi vereyim de öyle bitireyim yazımı.
okudun mu? okumadınsa, alıp okur musun, bilmem...
İblisler, Azizler, Kadınlar | Refik Erduran, s. 223-224 | Dünya Kitapları-Anı | Nisan 2005-İstanbul.
[okurlarım için not: 'Söylenmez/i Bulmak' başlıklı bu yazı, bitmedi. 'Aşk Üçgeni' çizgisinde sürecek. sanıyorum çok daha önceki 'Aşk Üçgeni 1' başlıklı yazıyla birlikte 'çoklu okuma' yapılırsa, bu konunun tadına doyum olmayacak... ne demişiz orda: 'üçgenlerin de çeşidi var... eşkenarı, çeşitkenarı var, ikizkenarı var... var oğlu var, değil mi efendim? diküçgeni de unutmamalı...]
2 Yorum:
bir şey var; bu yazıda
sanırım yazanın da çözümlemediği , ne olduğunu bilemediği, öğrenince devamı gelecek gibi...
yaşanmış, yaşanmamış, yaşanılası istenen ,veya hiçbiri...
görebilecek miyiz
Teşekkürler Ferkul...
'bir şey var; bu yazıda
sanırım yazanın da çözümlemediği, ne olduğunu bilemediği, öğrenince devamı gelecek gibi...
... yaşanmış, yaşanmamış, yaşanılası istenen, veya hiçbiri...' demişsiniz.
öyle bir yorum ki bu, verilebilecek bir yanıt için, tüm başlangıç uçları kapatılmış :)
bir şiirden birkaç dize belki bir kapı açabilirse açabilir ancak...
nâzım ustanın bahtiyar yaşadığı avlusundaki avludaşlarına, uzun ömürler dilerken giderayak söylediğidir -farkındadır doyulamayacağının hiçbir sevdaya:
'bakacak arkamdan mutfak penceremiz
balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla'
Yorum Gönder