sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz... baş üzre yerin var.
gül goncesisin gûşe-i destâr senindir... gel ey gül-i ra'nâ
[sen meclise geleceksin de yer mi bulunmayacak... baş üstünde yerin var.
sen bir gül goncasısın, sarığın köşesi senindir... gelsene ey güzel gül!] -nedim.
gül goncesisin gûşe-i destâr senindir... gel ey gül-i ra'nâ
[sen meclise geleceksin de yer mi bulunmayacak... baş üstünde yerin var.
sen bir gül goncasısın, sarığın köşesi senindir... gelsene ey güzel gül!] -nedim.
ikinci buluşmamız olacaktı, o akşam. sormuştun bana telefon edip: 'neler getireyim?'
demiştim ki: 'sen gel! bir de çiçek getir, yeter!'
gülmüştün, kahkahayla...
elinde, üç küçük dal mimoza vardı, kapımı çaldığında.
'ne görüyorsun karşında?' demiştin.
'üç dal mimoza bir de sen!' deyiverince ben, 'al mimozalarını, ben gideyim,' diyerek şaka yapacağını düşünmüştüm. senden önce davranıp: 'ver mimozalarımı, sen git!' demiştim.
şakamı anlamış gibi yapıp, mimozaları kucağıma atmıştın. ardından boynuma sarılıp, beni de kendini de içeri itelemiş, sonra da kapımızı topuğunu 'pat!' diye kenarına vurarak kapatmıştın...
kucağıma attığın mimozalardan birinin dalı kırılmış, kimi filizlerse ezilmişti bu sırada. mutfağa koşup, bir kavanoz alıp suya koymuştun onları. kavanoz elinde, salon kapısını aralamışkenki duruşunda biraz tuhaflık, yüzündeyse o an için anlaşılması güç bir burukluk havası vardı.
küçücük salonumuza geliverdiğimizde, iki sandalyeli, küçük masamızda ne görmüştün? dilimlenmiş bir portakal, bir elma tabağı... markası, senin adının aynısı olan bir şişe beyaz şarap.
bir de ne görmüştün?
masanın tam ortasında bir vazo. vazonun içinde, üç dal mimoza!
'aman allahım!' diye bağırmıştın. aramızda geçen birçok şeyi unutmuş olabilirsin artık. yaşadığın o günkü tersliği, unutmuş olamazsın.
vazoya koymuş olduğum mimozaları, nerden bulduğumu sorunca, 'senin bulduğun yerden. mahalleye, bu akşam üst yoldan girdin, değil mi?' demiştim.
üst yolun köşesindeki evde oturan komşu, o gün öğlen suları, bahçesindeki mimoza ağacını budamıştı. ondan birkaç dal mimoza istemiştim. vermişti ama, ardından da 'gel şu dalları yol kenarına yığalım birlikte,' demişti.
daha başka tersliklerin de olduğu o akşam, beklenen soru buydu işte: 'niçin, yalnızca çiçek?'
o akşamı yazdığım tarihe baktım günlüğümde. bu soruya şu yanıtı vermişim:
'senden öncekiler, hep birbirinin benzeri şeyler getirdiler ve günleri gelince gittiler. unutmayı kolaylaştırdığını gördüm benzerliklerin. sen onlara benzeme: farklı ol. ilerde, senin de günün gelecek, sen de gideceksin... andığımda seni, gelirdi çiçeğiyle, dönerdi çiçeksiz gibi, çiçekli sözler ederim hiç değilse.'
o zamanlarki çiçekçinde gördüm seni, dalgındın. çevrene bakınacak vaktin yok gibi de durmuyordun oysa. arkanı bir dönüverseydin, karşında beni bulacaktın...
dönmedin iyi ki... suçüstü yakalanmış gibi, telaşa kapılabilirdin çünkü.
0 Yorum:
Yorum Gönder