Çamlıca Sabahı: Bir Kahvaltı, Bin Yüz

1 kahvaltı 1000 yüz: bir çamlıca sabahı

nerdesiniz?
evet, yedi tepeli istanbul'un, anadolu yakasındaki, boğaz'a bakan en önemli yükseltilerden birindesiniz bu sabah: çamlıca tepesi'ndesiniz... boğaz seyrinizi bitirdiniz. tepenin boğaz'a bakan yamacında kurulu bir mahalledeki 'yâren evi'ne doğru yürüyorsunuz.

'yâren evi' sahibi, kahvaltı hazırlığındadır şimdi.
çoktan düşünmeye başlamıştır bile, inceden inceye...
şunlar olsun, şu olmasın. bunlar şurada durmalı masada, şunlar kaldırılmalı masadan...

kahvaltıda hangi müzik mi dinlenecek: dost-luk/friendship

... öncelikle 'hanımcıl bakkal'dan ekmek alınacak
giderken sağa sola özenle, öne arkaya dikkatle bakılacak...

ola ki, mutfak penceresi kapı önüne bakan yan evdeki hanım, dedikodu günlüğüne, bu pazartesinin anlam ve önemini not etmeye başlayıvermiştir. n'apılacak?
dış kapı açılırken gürültü yapılmayacak: tıkırt! yüz yüze gelinecek olursa, görmezlikten gelinecek. yine de, son haftalarda yapıp ettiği kötü komşuluk nedeniyle, bahçe kapının ipi, son birkaç günkülerden daha bir sertçe çekilecek: paaat!

açık merdivenlerden inilirken, basamaklar süpürülmüş ve yıkanmışsa, alt kattaki yaşlı ve hasta annesinin zoruyla hiç evlendirilmemiş olan iyi kadına, gülümsemeli bir 'günaydın,'ın ardından 'teşekkür ederim, ellerinize, emeğinize sağlık,' denecek... küçük demir kapının sol kanadı, hafif bir el dokunuşuyla aralanacak: tııırt... klink!

karşı binanın sokak düzeyine kurulu atölyenin yönetim kapısının önüne doğru, şöyle alttan alttan bakılarak, göz süzülecek. kulağında cep telefonu, hiçbir zaman bağırtısız konuşmayan, sert işadamını oynayan biriyle karşılaşılırsa, görmezden duymazdan gelinecek.
atölyenin çalışanlar kapısının önünde, orda burda, başları önde oturan kara yakalı emekçilere, yüzlerine ve gözlerinin içine bakılarak, hafif bir gülümseyle sessiz bir selam verilecek.

hanım bakkaldan bir ekmek ve bir sigara alınacak. bakkalın hemen yanındaki marketten alışveriş eden müşterilerini bügün biraz daha çok azarlayacak olan hanım bakkala, olabildiğince kibar davranılacak...
üstelik teşekkür edilecek, iyi günler dilenecek.

bakkal dönüşünde, atölyenin yönetim kapısının önünden geçerken, sessiz sitemsiz, yalnızca gülümsenerek selam verilecek kimseler aranacak...

[içten içe, dünya hali işte, n'aparsın denecek; kimi otomobil kapısı çarpma gürültüleri, tuhaf görüntüler ve sesler görmezlikten, duymazlıktan gelinecektir... ilerde bir gün, bu konuya bu blogda bir kez daha dönülebilir.]

ola ki, gözleri buğulu bakan tuğçe çocuk, koşarak yanınıza gelecek, biraz utangaçça 'iyi günler,' dileyecektir. ortanca kardeşi ince boyunlu beyza, 'sen napıyon abi?' diye sorulu bir konuşma başlatacak; küçük kardeşi, koca gözlü derya'ysa: 'ben sevmiyom beyza'yı, sen bakkaldan ne aldın?' diyerek, ardından da yavru kediler gibi, alışveriş poşetinize sürtüne sürtüne çevrenizde dolanacak.

ola ki, bahçe kapısına yaklaşıldığında,
karşı binanın orta kat dairelerinden birinin, sokağa bakan mutfak penceresinden dışarıya bir genç kadın başı sarkacak. hemen, sokakta oynayan çocuklardan birine seslenecek ki, pencereden baktığı fark edilsin.

ola ki, bahçe kapının önüne gelindiği sırada, sizi biraz uzaktan görür görmez, bisikletinin pedallarını uçurarak gelip kapıya dayanan bir güzel çocuk, bir küçücük delikanlı elini alnına götürüp asker selamıyla selamlayacak sizi. onun bisikleti ardından koşuveren, o şiirin mi şiirin, küçücük kızkardeşi... o ne soracak: 'ağustoslar oldu mu, incir ayı geldi mi?'
birine 'selam, n'aber?' denilirken, öbürüne: 'incirler olmadı, ağustos gelmedi!' denecek.

eve girildiğinde, kahvaltı için omlet yapmaya başlanılacak; zeytin, peynir, domataes ve salatalıktan oluşan bir tabak hazırlanarak, omletin yarısı bu tabağın kenarına yerleştirilecek.
neden mi yarısı: belki bir başka 'yâren' daha, kahvaltı sonrası, ansızın damlayabilir. kahvaltıda yarım kâsecik reçel de bulundurulacak.

kahvaltı sırasında müzik çalınacak.... hangi müzik?
eski bir sevgili adayından yadigâr kalan: relaxation music / rahatlatıcı müzik.
adı mı ne: dost / friendship!

dün sabahki kahvaltıda hangi müzik mi vardı: dost-luk/friendship

demliğe konulacak çay, lipton'dan doğu karadeniz'in poşet çayı olacak.

çay: lipton, doğu karadeniz, demlik poşet çay

verin isini pasını bir iyice temizleyeyim diyerek çaydanlıkla demliği alan, hem çaydanlığın, hem demliğin başına onulmaz işler açan yeni kapı komşumuzdan söz etmek de vardı burada; yazık ki bu dişi belanın kendini burada savunma olanağı yok. bu yüzden, burada ona ikişkin bir değerlendirme ya da eleştiri yapmak doğru olmaz...
[birkaç gün sonra ya da pek yakında, ya da 'Fahriye Abla, Logistanbul'da... Az sonra!' başlığı altında, en azından uygun bir irdeleme yapılabilir ancak. belki, durumdan vazife çıkarılarak, bu konu genelleştirilebilir de. şimdilik burda durmalı, yazılanı yeterli bulmalı].

bugünkü çay suyu, büyük bir cezvede kaynatılacak, geçen birkaç haftada olduğu gibi. bir başka sorun daha var...

hangi çay kabı seçilecek: kupa bardak mı, siyah fincan mı?

çay kabı seçim sorunu... kupa bardakla mi içilecek çay, yoksa siyah fincanla mı?
kupa bardak seçilirse, onu yıllar önce, çift olarak hediye getiren, gelirsem çaylarımızı bunlarda içeriz karşılıklı oturur da deyip, bu 'yâren evi'ne hiçbir zaman uğramamış olan, baba aynı anne ayrı erkek kardeş, kötülükleri ve iyilikleriyle anımsanacak, kahvaltı süresi içinde zaman zaman.
gözler, zaman zaman kupa bardak üzerindeki resme, yazıya kayacak...
'the jungle book / orman kitabı'
altındaki marka yazısı merak edilecek
'staffordshire - kiln craft - england - tableware'

siyah fincan seçilecek olursa, bunun sekizli takımını yakın zamanda 'yâren evi'ne hediye olarak getirmiş olan, baba aynı anne aynı bir kızkardeş anımsanacak, bütün kötülük ve iyilikleriyle....

evet, bugünkü seçim 'siyah fincan' olsun. markamız ne olacak bu durumda?
'paşabahçe...' [çocukluk yıllarını anımsatınca bu marka, gözler dolmayacak; fincanın içine, tek damla gözyaşı düşmeyecek].
...
şimdi, omletimizi hazırlamaya başlayabiliriz. aşağıdaki ilk 4 fotoğrafta, omlet malzeme tarifimiz de, bu tarifin nasıl uygulanacağı da apaçık bellidir.

omlet mi nasıl olacak: 2 yumurta çırpılacak,
içine hindi sucuk konacak


hindi sucuk dilimleri küçültülecek

küçültülen dilimler, çırpılmış yumurtanın içine atılacak

hazırlanan bu karışım tavaya dükülecek, ocağın altı yakılacak

kahvaltıda bulundurulacak reçelimize gelelim şimdi. bahçedeki küçük vişne ağacından geçen hafta toplanmış olan vişnelerden yapılmış bir evyapımı reçel olacak reçelimiz.

kahvaltıda hangi reçel mi olacak: evyapımı vişne reçeli

vişne nasıl mı bir şeydir: işte böyle bir şey

bunlar mı nedir: reçellik vişne toplanırken,
kuşlara bırakılan iki vişnedir


bunlar mı nedir: reçellik vişne toplanırken,
mahallenin çocuklarına bırakılan vişnelerdir

bunlar: reçellik vişne toplandıktan sonra, vişne ağacıyla,
kuşlar ve çocuklar için ağaçta bırakılmış olan vişnelerin
genel görünümüdür

kahvaltı tabağımızı ve eklerini yerleştireceğimiz masanın düzenlenişine gelelim şimdi.

peynir, zeytin, domates, salatalık ve omletin yarısı...
kahvaltı tabağı hazırdır


kahvaltı tabağımız, çayımız, reçelimiz...
var mı bir eksiğimiz: hayır mı?

haydin, hepimize...
afiyet olsun!

Yorumla|Paylaş

Ben Tuttum Birini Sevdim

adımı 'sinsi' koymuştun

evet, 'sinsi' koymuştun adımı... üyesi olduğum klanlarda yazdığım bloglarımda, bütün 'gönderme'lerim hep sanaydı. değerlendirme söyleşilerimizde, eleştiri ya da yorumlarımda da hep öyleydi.
bu sanal ortamlarda, yalnızca ben değil, daha birçok akıllı insan, hepimiz seni daha çok sever, seni daha çok sayardık. sana selam vermeler yüzünden, sayfalarımız hep senin adınla dolardı.

eskilerin 'ağyar' dediği 'rakip'lerimle, ben nasıl da kapışırdım değil mi? yeri gelirdi, kendi dizelerimle, onları göklere çıkarırdım: zeus'un yanına bırakır, bırakır kaçardım...

yeri gelirdi, kendi dizeleriyle oynayarak, onları, ta yerin altına gönderirdim: hermes'in yanına.
unutmadığım gibi senin bana 'sinsi' deyişini; benim de sana, 'ikigözümHulya' dediğimi hiç unutmadım. merak etme ikigözüm, merak etme. unutmamam gerekenleri, ben hiçbir zaman unutmadım. bilenler bilir. okur da bu blogdaki anıları, gider, bilmeyenlere bildirir...

derlememin birinci cildi tamamlanmıştı:
ŞiirŞeylerKitabı I


video, resim ve şiir derlemelerim çoğalınca, bunların bir bölümünü, ŞiirŞeylerKitabı I adıyla sanal bir kitaba dönüştürmüştüm... ŞiirŞey: sen, bu sözümü çok beğenirdin.

çocukların bazı duruşları... kimi nesnelerin, kimi duruşları... kendiliğinden, birer 'şiir'dirler. işte bunlar, benim için birer ŞiirŞey'dir demiştim sana.
sen ne demiştin, bir düşün bakalım... belki utanırsın bugün, dediğin şeyden. o günden bugüne, köprülerin altından, ne sular geçmiş, akıp akıp da, hangi nil'leri kudurtmuştur onca su, kim bilir?

söyleyeyim mi?
hadi söyleyeyim: 'seni, şiirşey seni,' demiştin...

kaçmaya kararlıydım: uzaklara, bir yerlere

anımsayacağını umuyorum bugün de, aşk üstüne konuşmalarımızdan ilkini: 'ben, aşk sözkonusuysa, lafı dolandırır dururum. afrikalılaşırım: elde mızrak, döner dururum, kaynayıp duran 'aşk kazanı' çevresinde. buna, ister aşk oyunununda kazananın coşku dansı de, ister aşk oyununu er geç yitireciğini fark edenin ahmaklığı...' deyince, 'şaşırmadım hiç, sen sinsi'isin... hem de sinsilerin sinsisisin,' demiş, biraz ağırca basmıştın damarıma.

bu anlayışımı, olumsuzluğa çektiğini düşünmüş, birlikte bulunduğumuz paylaşım ortamından kaçmaya karar vermiştim. bloguma bir duyuru yerleştirmiştim, göresin diye: 'pek yakında ... uzaklarda bir yerde'.

adının üzerinde kullandığın küçük resmin
buydu, değil mi?


'grafik, fotoğrafa oranla, daha çok şey anlatıyor bazen,' demiştim.
bu grafiği ya da grafikleştirilmiş resmi, sana çok yakıştırdığımı söyleyince, gerçeküstü resimler biriktirdiğinden söz etmiştin. ünlü gerçeküstücüler üzerine, sana birkaç sayfa yazı göndermiştim. 'o kadar da derin sevdalısı değilim, sanattaki bu bakışın, duruşun, görüşün filan,' demiştin.

bil(m)iyorum: 'ikigözüm' hülya'ya sinsi'sinden

kendi çizdiğim bu grafiği, altına eklediğim 'hayku'msu [Japon söz söyleme sanatı] birkaç sözle sana göndermiştim. grafikteki çocuk, sendin. grafiğin altındaki sözler benimdi. senin içinden geçeni vurgulamıştım. senin ağzından yazmıştım bu sözleri:

bil(m)iyorum

kArarSIZIm!
... Uzak bir de!

... dersin diye ...


'düşündüğün gibi... evet,' demiştin.
biliyorsun, şair ilhan berk'in 'uzak, güzeldir' sözünü sıkça yineleyen biriydim. yine bu sözle kapayıvermiştim aramızdaki konuyu...


'yalnızca o adam ... camda durur'

o zamanlar, senin kendi uzağındaki duruşunu bilmiyordum ama; kendi uzağımda nasıl durduğumu yazmıştım bu şiirşeyimle sana...

şimdi görsen dünYa
nasıl birİstanbul'dur!
... koynunda boğaz'ın
hâlâ DünküAkşam
ve su da nasılTuruncudur!

bulutKanAtları maviliğin

... ayGümüş
... kalemKurşun
diyene dil ısırtan
... turuncu
belki o turuncudur

bazen korYanıkMavi
bazen közüKör
gecelerin denediği

hayır! çokAdam değil
yalnızca, o adam
... camdaDurur!

bugün de, 'camda/camlardaDuruyor,' o adam. öyle çok kanıtı var ki onun bu duruşunun...

insan sonlu ... sanat sonsuz

epey zaman geçmişti aradan... 'artPhil' adlı bloguma raslamışsın internette. şu yorumu yazmışsın: 'öyle, ölümünü çağrıştıran fotoğraflar koyma oraya buraya... tamam mı sinsi?'
...
ey sevgili adayı, ey eski sevgili aday adayı!
biliyor musun n'oldu daha yakınlarda?
bugün, yaş bende 58...
-n'oldu, de!-

özlediğimiz bağlılığın, arkadaşlığın, dostluğun 'küçük' düşünürü, büyük şair haydar ergülen, aşağıda ne diyorsa, o oldu...

kime mi?
bana!

bana ikigözüm
... bana!

bak, n'oldu!

'yanık şekerim sert, hayatsa daha berbat
ikisinin de aynı kâğıttan çıktığını unuturdum unutmasına da
ben, tuttum birini sevdim.

hayatı nasıl sevdiysem, onu da öyle sevdim:
tarçın kokulu kız, carmen, ay carmela...
o nane likörüne bayılırdı ama


ben onu sıcacık bir kahvenin dumanına benzettim
o da beni birine benzetmiş olmalı ki,


tuttu, aşk derdine düştü

şimdiyse,
terketme sevdasında

Yorumla|Paylaş

Ergülen Şiiri: Garantili 'Yanık' Kremi


gözlerin yağmurdan yeni ayrılmış

gibi çocuk, gibi büyük, gibi sımsıcak


sen bir şehir olmalısın ya da nar

belki Granada, belki eylül, belki kırmızı
gövden ruhunun yaz gecesi mi ne
çok idil, çok deniz, çok rüzgâr


çocukluğun tutmuş da yine âşık olmuşsun

sanki bana, sanki ah, sanki olur


aşk bile dolduramaz bazı âşıkların yerini

diye övgü, diye sana, diye haziran


heves uykudaysa ruh çıplak gezer

gazel bundan, keder bundan, sır bundan


gözlerin şehirden ayrılmış

gibi dolu, gibi ürkek, gibi konuşkan
hadi git, yeni şehirler yık kalbimize bu akşam


['idiller gazeli', üzgün kediler gazeli, haydar ergülen, merkez kitapçılık, 2008]

Yorumla|Paylaş

Bir Çiçek Getir, Yeter!



sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz... baş üzre yerin var.
gül goncesisin gûşe-i destâr senindir... gel ey gül-i ra'nâ
[sen meclise geleceksin de yer mi bulunmayacak... baş üstünde yerin var.
sen bir gül goncasısın, sarığın köşesi senindir... gelsene ey güzel gül!] -nedim.


'neler getireyim sana, akşam gelirken?'

ikinci buluşmamız olacaktı, o akşam. sormuştun bana telefon edip: 'neler getireyim?'
demiştim ki: 'sen gel! bir de çiçek getir, yeter!'
gülmüştün, kahkahayla...

elinde, üç küçük dal mimoza vardı, kapımı çaldığında.
'ne görüyorsun karşında?' demiştin.
'üç dal mimoza bir de sen!' deyiverince ben, 'al mimozalarını, ben gideyim,' diyerek şaka yapacağını düşünmüştüm. senden önce davranıp: 'ver mimozalarımı, sen git!' demiştim.

şakamı anlamış gibi yapıp, mimozaları kucağıma atmıştın. ardından boynuma sarılıp, beni de kendini de içeri itelemiş, sonra da kapımızı topuğunu 'pat!' diye kenarına vurarak kapatmıştın...

kucağıma attığın mimozalardan birinin dalı kırılmış, kimi filizlerse ezilmişti bu sırada. mutfağa koşup, bir kavanoz alıp suya koymuştun onları. kavanoz elinde, salon kapısını aralamışkenki duruşunda biraz tuhaflık, yüzündeyse o an için anlaşılması güç bir burukluk havası vardı.

küçücük salonumuza geliverdiğimizde, iki sandalyeli, küçük masamızda ne görmüştün? dilimlenmiş bir portakal, bir elma tabağı... markası, senin adının aynısı olan bir şişe beyaz şarap.
bir de ne görmüştün?
masanın tam ortasında bir vazo. vazonun içinde, üç dal mimoza!

'aman allahım!' diye bağırmıştın. aramızda geçen birçok şeyi unutmuş olabilirsin artık. yaşadığın o günkü tersliği, unutmuş olamazsın.

vazoya koymuş olduğum mimozaları, nerden bulduğumu sorunca, 'senin bulduğun yerden. mahalleye, bu akşam üst yoldan girdin, değil mi?' demiştim.

üst yolun köşesindeki evde oturan komşu, o gün öğlen suları, bahçesindeki mimoza ağacını budamıştı. ondan birkaç dal mimoza istemiştim. vermişti ama, ardından da 'gel şu dalları yol kenarına yığalım birlikte,' demişti.

'niçin, yalnızca çiçek getirmemi istedin?'

daha başka tersliklerin de olduğu o akşam, beklenen soru buydu işte: 'niçin, yalnızca çiçek?'

o akşamı yazdığım tarihe baktım günlüğümde. bu soruya şu yanıtı vermişim:
'senden öncekiler, hep birbirinin benzeri şeyler getirdiler ve günleri gelince gittiler. unutmayı kolaylaştırdığını gördüm benzerliklerin. sen onlara benzeme: farklı ol. ilerde, senin de günün gelecek, sen de gideceksin... andığımda seni, gelirdi çiçeğiyle, dönerdi çiçeksiz gibi, çiçekli sözler ederim hiç değilse.'

bugün ya da bu akşam kime bu çiçek?

o zamanlarki çiçekçinde gördüm seni, dalgındın. çevrene bakınacak vaktin yok gibi de durmuyordun oysa. arkanı bir dönüverseydin, karşında beni bulacaktın...
dönmedin iyi ki... suçüstü yakalanmış gibi, telaşa kapılabilirdin çünkü.

'dur, yeter,' filan da demiyordun...

ya 'o' çok seviyordu bu o çiçeği ya da 'sen'.
'kimden öğrendin, hep böyle çiçekle gelmeyi,' diye sormadıysa daha sana ve sorduğunda sen de doğruyu söylersen, n'olur acaba?

ortada bir 'değer' var çünkü. bunu, kimin hesabına yazar kim bilir?

dalgınlığından kurtulamadın bir türlü...

dalıp gittin. dalıp gittin... aldığın çiçekte değildi gözün nedense.
gözlerini dikip baktığın yerde, ne mi vardı?

çiçekleri süslemede kullanılan yeşillikler...
onların arasında mı ne vardı?
bağı çözülmüş, birazı sağa sola saçılmış, bir balyacık mimoza...


Yorumla|Paylaş
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 

Labels | Etiketler

08 Mart 2014 10 05 2015 Anneler Günü 101 Dize 11 Mayıs 2014 12 Mayıs 2013 Anneler Günü 13 Mayıs 2012 14 Şubat 18 Ağustos 18 Ağustos 2010 Doğumgünüm 18 Ağustos 2011 Doğumgünüm 18 Ağustos 2012 18 Ağustos 2013 18 Ağustos 2014 18 Ağustos 2015 Doğumgünüm 2011 2014 Falım 2015 60+1 8 March 8 Mart 8 Mart 2013 Adalar Adalet Ağaoğlu Âh Mine'l-Aşk Ahmet Hamdi Tanpınar Ahmet Haşim Ahmet Ümit Akşamüstleri All The Flowers Gone Altmışa Merdiven Anadolu Büyüsü Anadolu Çalgılarıyla Rahatlama Müziği Anayurt Özlemi Anneler Anneler Günü Âşık Sana Bir Sözüm Var Aşk Aşk Çocukları Aşk İki Nokta Üst Üste Aşk Mektupları Aşk Sürgünü Aşk Şiirleri Aşk Üçgeni Aşk ve Felsefe Aşkın Kokusu Aşkın Renkleri Aşklar Attilâ İlhan Ayın Nadir Aykırı Metinler Aykırı Sesler B. B. King Baba Babalar Günü Bahar Bahr-ı Tahvîl Bahrı Tahvil Behçet Necatigil Ben Birimdeyim O Altmışında Bilmem Şu Feleğin Bir Aşk Öyküsü Bir Bahar Akşamı Bir Yılbaşını Anlamak Blues Boşuna Bekliyorsun Bu Dünyada Olan Bitenler Buket Uzuner Buluşmak Üzere Can Yücel Caz Cemal Süreya Cemre Cep Telefonu Cogito Come Out Whatever You Are Cümleler Çamlıca Çıplak Ayaklıydı Gece Çiçekler Çivitmavisi Çoğulcu Bir Aşk Belgesi De ki Dedicated to Van Gogh Deniz Depremler Der ki Nar DerKenar Devrim Diller ve Nesneler Dilsiz Aşk Divan Şiiri Doğum Gelenekleri Doğum Günüm Doğum Törenleri Doğumgünleri Dost Dostların Anısına Dostluk Dört Mevsim Dr Ufuk Yaltıraklı Duvar Yazıları Dünya Anneler Günü Dünya Annneler Günü 2010 Dünya Annneler Günü 2012 Dünya Kadınlar Günü Editorbey En İyi Dost Erciş Erkeklerimiz eS Eysan Facebook Fal Felsefe Felsefe Akşamları Felsefe ve Aşk Felsefe ve Yaşam Felsefenin Aşkı Felsefenin Tadı Fotoğrafçı Friendship Geldi Kafiye Gitti Safiye Gemiler Giderim Van'a Doğru Göç Gökkuşağı Gökyüzü Gülen Yüzler Ülkesi Güller Gülten Akın Güven Turan Güvercin Ayrılıklar Güvercinler Güvez Güvez Diliyle Güvez Fotoğrafları Güvez Gözüyle Güvez Şiirleri Güzelleme Happy Birthday To Us Hasat Mevsimi Haydar Ergülen Hepi Börtdey Tu As Hepi Börtdey Tuuu Miii Hercai Hide and Seek İblisler Azizler Kadınlar İdiller Gazeli İki Kıta İki Âşık İkimizin Doğum Günü İlhan Berk İlk Akşam İlk Gün İlkbahar İlkyaz İnferno İskender Pala İstanbul İstanbul Baharları İstanbul Etkinlikleri İstanbul Fotoğrafları İstanbul Mevsimleri İstanbul Şiirleri İstanbul ve Aşk İstanbul'da Aşk İstanbul'da Felsefe İstanbullu Şiirler İyi ki Doğdum Joan Baez Kadıköy Kadıköy'de Söyleşi Kadınlar Kadınlar ve Erkekler Kahvaltı Kandil Işıkları Kapı Kara Kuşlar Karakışlar Kargalar Karşılaşmalar Kavuşma Kayahan Özgül Kediler Kedilerin Aşkı KendimLe Kıyılar Klip Kuşlar Kutlama Kutsal Aşklar Kuyudaki Adam Logos Louise Glück Martı Martılarındır İstanbul Mektuplar Moda Mother's Day 2013 Murathan Mungan Mutluluk Müzik Nar Nâzım Hikmet ve Aşkları Nehir Dizeler Netlog Nirvana nirvAnne Omlet Özdemir Asaf Özlem Panorama Papatyalar Parıltı PusulaŞiir Refik Erduran Relaxation Music with Turkish Instrument Renkli Taşlar Resmin Gölgesi Şiire Düştü Ruhi Su Sabah Saint Valantine Day Saklambaç Seçiminiz Hangisi? SekizinciRengim Seni Düşündüm Servet-i Fünun Sevda Sevgi Sevgi Soysal Sevgili Sevgili Sözleri Sevgililer Sevgililer Günü Sevgililer Günü 2015 Sobe Sokaklar Söylenmezi Bulmak SuSu Şeker Bayramı Şeyh Galib Şiir Şiir Şey Şiir Şeyler Şiirler ŞiirŞey ŞiirŞeyler Şubat Taşlamalar Tevfik Fikret Tuttum Birini Sevdim Ufuk Yaltıraklı Üsküdar Üzgün Kediler Gazeli Van Erciş Depremi Van Gogh'a Adanmıştır Vapur Vapurlar Video Videolar World Mothers Day World Women Day Yakalar Yalnızlıklar Yâren Yâren Evi Yârenlere Ağıt Yaş Yaşam Yaz Yaz Issız Yazısız Yeni Yıl Yeni Yıl Kutlaması Yılbaşı Yolllar Yunus Emre Yurdumsun Ey Uçurum Yürümek