Yanındaki yanında, uzağındaki uzakta değil! Hey, sağdaki!!! Dinle beni! Adaşımsan dinle beni...
Hiçbir şey, bildiğin gibi değil. Hiçbir şey gördüğün gibi değil!
Yanındaki yanında, uzağındaki uzakta değil!
Ne gözlerine güven, ne de kulaklarına!
Ellerine mi? Belki... O da boşken... O da üşüdüğünde... O da, yakın bir el, "uzak" bir "el" olduğunda. İnan ki, o eller, senin kendi ellerindir.
Adaşımsan dinle beni! Hey, sağdaki!!!
Dönerse bakmazsın değil mi yüzüne? Bakmam deme! Ne diyordum? Evet, dinle şimdi beni...
Gördün mü, n'oldu? O da döndü sana sırtını...
Döner. Çünkü adaşımsın! Adın "..." !
Bırak gitsin... Dönerse bakmazsın değil mi yüzüne? Bakmam deme! Bakarsın. Bakarsın...
Hiç yalan söyleme bana! O da söylemesin!
Nasıl da alelacele almış da demiri. Gidiyor pupa yelken...
Bak! Nasıl da yosun parçaları dökülüyor gözlerindeki demirlerin zincirlerinden, çapalarından.
Bırak gitsin o!
Sen kal. Öylece kal!
Bak dur, durduğun yere. Durduğun yerden aşağılara...
Bak dur! Onunla tanışmadan önceki günlerini düşün. Onsuz geçireceğin günleri değil!
Niçin utandın? Neden yüzünü saklıyorsun benden? N!aber adaşım? Bu gördüğüm, beklemediğim bir şey değildi... Ama sen dinlemiyorsun galiba artık beni.
Bırak o utansın yaptığından! Bırak o düşünsün düşünülücekleri...
Sana n'oluyor adaşım? Niçin utandın? Neden yüzünü saklıyorsun benden?
Anlıyorum adaşım. Anlıyorum. Yalnızca "adaş" değilmişiz biz. Aynı "soy"danmışız da üstelik.
Benim gibi "..." soyundansın demek ki sen de...
Öğüdüme kulak ver şimdi, hey sağdaki!!!
Bir an önce değiştir "..." adını. Sonra da, yırt at o soya kayıtlı kimliğini!
O soyun bu "..." adı, yeterince yaşadı. Yeterince ayrılıklar, yeterince küskünlükler ekledi "yapayalnızlığına". Ne kendini taşıyabildi o ad. Ne de birilerini...
Hey, sana diyorum sağdaki! Değmez bakmaya aşağılara: karamsar! Değmez atlamaya: küskün!
Değer yaşamaya: yoksul!
Bütün bunların kendi seçimin olduğunu söyleyecekler sana. Sen seçtin bu durumu. İçinde bulunduğun koşulları sen yarattın diyecekler...
Söylesinler! Desinler! Üstüne bir de "sütlü kahve" söylesinler.
Ki onlar, kendi seçimleriyle ulaşmışlardır bu yaşam erkine... Acaba, demeyesin!
Öyle kapayasın gözlerini ki... Geçmişe...
Uzak geçmişe. Yakın geçmişe. Geçmiş geçmişe...
İçi dışına, dışı içine...
Geçmiş geçmişlere: ohooo! Onlara, hiç mi hiç bakmayasın.
Evet! Değer yaşamaya: yoksul! Değer yaşamaya: kimsesiz!
Hey, sağdaki?! Gel, yerine getir, sana verdiğim bir çift öğüdü...
Çek adını "temize". Yırt at soy kimliğini!
Ki, kimse tutamasın artık seni. Yıldızlar bile tutamasın.
Ve kal orada, "uçurumun başında açmış" bir CemalSüreyaÇiçeği gibi.
Hiç kıpırdama!
Ve de ki arada bir:
"Yurdumsun ey uçurum! Yurdumsun!"
2 Yorum:
"O soyun bu '...' adı, yeterince yaşadı. Yeterince ayrılıklar, yeterince küskünlükler ekledi "yapayalnızlığına". Ne kendini taşıyabildi o ad. Ne de birilerini..."
İşin gerçeği şu: Aynı bir ana-babadan doğanların içinden bazıları, dışarıdan aldıkları destekle, "yılanlaşmaya, çakallaşmaya, sırtlanlaşmaya" başlarlar. Sürekli "yalan, dolan"a sarılırlar ve "ağır zararlar" verirler ailelerine. Bu tiplerin ne inancı, ne de tutarlı değer anlayışları vardır. Çoğu okul kaçkınıdır bunların. Hırsızlığa, ursuzluğa doymazlar...
Bu tiplerle hiç kimse baş edemez. Hiçbir kural, hiçbir yasa bunları engelleyemez. İşte bunu fark ettiğinizde, o soydan "kaçmak", uzaklaşmak istersiniz... Yoksa, onlara ayak uydurmazsınız. Sizi her zaman kendi belalı ortamlarına sürüklerler. "Yalnızlaşma"nızı dört gözle beklerler...
Uzaklaşayım bu tiplerden; varsınlar kendi belalarında boğulsunlar demekten başka çareniz yoktur. Evet, işin gerçeği budur.
Gidip baktım, geçen gün Üsküdar'daki aynı yere...
Ne görsem beğenirsiniz?
Gördüm ki, yalnızca sağdaki mi? Soldaki de!!! Duruyorlar orda öylece: uçurumun başında açan CemalSüreyaÇiçekleri gibi...
Hüznün, yaşayana neler edebileceğini görmek isteyenler, gidip görebilirler.
Yorum Gönder