“bir daha geldiğinde beni uyandır, olur mu?” - ilhan berk
anne:
çocuğu olan kadın, ana; valide (eski dilde).
anne olmak:
(kadın) doğum yapmak, çocuk sahibi olmak.
annelik etmek/yapmak:
çocuğa karşı annelik görevini yerine getirmek; bir kimseye ancak annenin gösterebileceği sevgi ve yakınlığı göstermek.
an/n/eler günü:
anneliğin değerini, önemini belirtmek için seçilmiş, her yılın mayıs ayının ikinci pazarı olarak belirlenmiş gün.
“Uzun boylu,
incecik yüzlü,
kâğıtlar gibi beyaz, duruydu.
Nilüfer gibi de suskun,
gizemliydi benim annem.”
- ilhan berk.
Anneler! Gününüz Kutlu Olsun!!
|
8 Yorum:
Derler ki; ölüler baş uçlarına gelip onları ziyaret edenleri görürlermiş. Zahide anne seni görmüştür sanırım. Ben de annemin ziyaretine gitmek isterdim bugün . Ama "karacaahmet" buraya o kadar uzak ki... Dualarımı yolluyorum özellikle her iki anneye ve genelde ölmüş bütün annelere... Allah rahmet eylesin. (Amin)
Bedeninde oluşan ve senden koparak çıkan bir canlının,senden ayrılışını hiç kabullenememek belki de annelik duygusu.Hep hala içindeymiş ya da görünmez bağlarla bağlıymış gibi hissetmek.Çocuğunun başına gelenleri uzakta bile olsa hissetmek...Kopan parça olmak ise daha kolay galiba :) günü/zamanı geldiğinde gitmekle hayata başlayan olmak.Ana karaya ada olmak, ana kara batsa bile gözü kara olmak...Kayıplar bizi yalnız kılıyor,özgürlük ve yalnızlık iki üvey kardeş oluyor yaşadıkça...
Teşekkürler İnci, yorumun ve şu anda aramızda bulunmayan annelere ettiğin dua için.
Ben de ölen annelerimizin ışığı hiç kesilmesin, toprağı bol olsun diyorum...
Teşekkür ediyorum Güvez: "annelik" üzerine değerlendirmen için...
Anne olanın (kadın) "annelik algısı/duygusu", anne olmayanınkinden (erkek) farklı oluyor elbette. Yazındaki "kopan parça" ve -varoluştaki iki üvey kardeş- "özgürlük ve yalnızlık" sözlerinden aldığım esinle, birkaç söz de ben edeyim dedim.
Anneliği, şefkat (sevecenlik), ilgi ve koruma duygularının bütünü olarak tanımlayan bir yazıda, anneliğe ilişkin bu duyguların memeli canlılarda daha "yoğun" olduğu belirtilmiş. Canlıların gelişmişlik düzeyi arttıkça, bakıma gereksinim duyma durumları da bu oranda artar deniyor ki, burası işin en dikkat çekici ya da düşündürücü yanı. Canlıların en gelişmişi olan insanın yavrusu, bakıma en çok gereksinim duyan canlıdır dendiğine göre, bakımda en büyük payı olan anneler de "annelik" görevleriyle Dünya yaşamının hatta Evrenin "merkezi"nde yer alıyorlar demektir. Demek ki yalnızca Dünyanın doğasında değil, tüm evrenin kendisinde "annecil" bir özellik var.
Evreni mikro ve makro düzeylerde ince eleyip sık dokuyanlara bir diyeceğim yok ama, Einstein'a bir sözüm var: "Ya erenler, atomu parçalarken oralarda bir yerlerde, göremedin mi / bulamadın mı "annecil" bir "parçacık"?" Buldun da, yoksa birileri, "Aman ha! Söyleme bunu kimseye" mi deyiverdi sana?"
"Bana güvenilerek verilen bir sırrı kutsal bir emanet gibi saklarım; ama, sırları elimden geldiği kadar bilmemeye çalışırım," dediğine göre o "annecil" parçacığı/taneciği görüp de, görmezden gelmiş olması mümkün bence.
Ama, "Bazı erkekler kadınları anlamaya çalışır, bazılarıysa kendilerini daha basit konulara adarlar: örneğin görelilik kuramına..." dediğine bakılırsa yine de bu konuda bir ipucu vermiş bize diyebiliriz.
Acıyı, sancıyı yalnızca "canlıların" özelliği olarak gören Batı kökenli bilime, en büyük katkıyı, soyadı Einstein (BirTaş) olan birinin atomu parçalayarak yapmış olması da ayrı bir "ironi".
Hintli (Doğulu) gizemci şair, ressam Rabindranath Tagore'la "gerçeğin doğası" üzerine sıkça yazışmış bir Batılıdır Einstein. Einstein'ın savaş karşıtı biri olmasını göz önüne alırsak, insanı -özellikle "kadını"- yücelten Tagore'dan edindiği farklı "düşünüşler"in bunda etkili olduğunu da düşünebiliriz. "Dünyada tek bir mutsuz çocuk varsa, ne büyük buluşlardan ne de bir gelişmişlikten söz edebiliriz," diyen de Einstein'dır: bu, annecil bir söyleyiş değilse, nedir?
{Bir yorum 4096 harfle sınırlandırıldığı için, yazımı ikiye bölerek ekledim. İkinci bölüm alttadır.}
Sözünü ettiğim yazıda "annelik duygusunu yalnızca 'insan annesi' yaşam boyu duyumsayabilir; öbür canlılar bu duyguyu yalnızca bir dönem yaşarlar" diyor. Elbette, kadının yalnızca "annecil" yanını vurgular ve abartırsak, onu "mutlak annelik" yanıyla algılayıp anlamış oluruz. "Erkek egemen" dünyada bu algı ve anlayış, kimin, kimlerin ekmeğine yağ sürüyor görüyoruz.
[Not: Öyleyse, yakın dönemde İsviçre'deki ana rahmini andıran o Avrupa yeraltı tünelinde yapılmakta olan evrensel araştırmanın sonucunu bugünden öngörmek olası bence. Evet, o son günde, her buluşçunun o ilk çığlığı olan "Anneee!" sesi yankılanacak o tünelin duvarları arasında. Sonra şu sözler geçecek kayıtlara: "Eureka, eureka! Bir parçacık/tanecik var ki, her şey ondan geliyor/doğuyor, ondan ayrılıyor ama yine onun çevresinde dönüyor..."
Ama, bu buluşu alışkanlıkları gereği yine "sır" olarak saklayacak ve bizlere duyurmayacaklar, uzunca bir süre... Bu arada, bilim üretenler de anlaşılmaz kavramlar yumurtlayıp, kafaların iyice karışmasını sağlayacaklar kuşkusuz: "Efendim, bu dünyada olanlar, eskimiş "zaman" ve "mekân" kavramları kullanılarak açıklanamaz. Bizler, "zaman-uzay" dediğimiz bir kavram kullanıyoruz ki, ... falan filan feşmekân."
Oysa sonunda Türkçedeki "An+neee! (An (zamanın en küçük parçası) dediğin nedir ki!)" ya da "An+aaa (An ne çabuk geçti!)" anlamına da gelen "bebekçil seslenişlerin" ayırdına varacaklarını biliyorum da, buldukları o taneciğin adını "annecik" koyarlar mı, onu bilmiyorum. :)
Neyse! Einstein'ın mektuptaşı RabindranathTagore'un, mevsimden mevsime, yıldan yıla koşup mutluluğu arayan ve çoğu kez de bulamayan biz insanlara verdiği bir dersi içeren tek dizesiyle bitireyim sözümü:
"Kelebekler ayları değil, anları sayar".]
An+neee ve An+aaa yorumlarına hayran kaldım :)))
Kelebekler ayları değil, anları sayar
bu, güzeldi evet...Annenize Allahtan rahmet, diliyorum.Ayrıca yukarıdaki yazınız da paylaşım kadar değerlendirmesi yüksek bir anlatım olduğunu söylemeliyim
Teşekkürler Ferkul Hanım yorumunuz, anneme rahmet dileğiniz ve üstteki anlatının değerini vurguladığınız için...
Yorum Gönder