Küsmüş gibisin günışığına
Haksızlıklardan yılmış gibi.
Bildiklerini saklayacak gibisin
Öğle uykusuna yatıp hiç kalkmayacak gibi.
Haksızlıklardan yılmış gibi.
Bildiklerini saklayacak gibisin
Öğle uykusuna yatıp hiç kalkmayacak gibi.
gibisin | güvez © 2012
Demli çay kokusunda seni hatırlarım gidersen,
Ihlamur kokusunda, zeytinyağlı sarmada, kitaplara dokunduğumda.
Uçup gitmek ister göğüs kafesimden özgürlüğüne yüreğim...
O hep "dar zamanların sohbetleri" gibiydi, derim.
Ihlamur kokusunda, zeytinyağlı sarmada, kitaplara dokunduğumda.
Uçup gitmek ister göğüs kafesimden özgürlüğüne yüreğim...
O hep "dar zamanların sohbetleri" gibiydi, derim.
Denizin ışıltısı gözümü aldığında,
Ellerim birbirinden ayrı kaldığında,
Ne vakit düşersen aklıma
Uğramaz bil ki kederim zamanın hışmına...
Ellerim birbirinden ayrı kaldığında,
Ne vakit düşersen aklıma
Uğramaz bil ki kederim zamanın hışmına...
gidersen | güvez © 2012
GİDERSEN
3 Yorum:
İnsan ruhunu sağaltıp yücelten bu şiir ve güzel fotoğraflar için teşekkürler Güvez.
Toplumsal değerlerin “katılaşma”ya yüz tuttuğu dönemlerde, belirli bir yaşa gelmiş insanların zaten katılaşmış kişisel değerleri daha da bir “katılaşıyor”. Olumlu ya da olumsuz olsun, temelinde insanın yer aldığı her değişimin karşılıklı sempati-empati yoluyla algılanması/alımlanması çok önemli. TV’lerde, basında ve internet yazılarında sıkça yer alıyor bu konu. Ancak, yazıya ya da sanata bulaşmadan, eldeki gündelik, kaba araçlarla bu sempati-empati sürecini yürütmek ya da yaygınlaştırmak hiç de olası değil.
“Küsmüş gibisin günışığına“ diye başlayan “Gidersen” adlı bu şiirin, sempati-empati ekseninde de apayrı bir değeri var. Günü geldiğinde, hepimizin “gideceğinden” eminiz. Ama, gitmekle, ardımızda bıraktıklarımızı, derin bir “kedere mi” yoksa büyük bir “sevince mi” boğacağımızı bilmiyoruz. Hem, gitmelerin de vakitlisi var, vakitsizi var.
İsteklice olanı var, isteksizce olanı var.
Ne zaman biriyle “geçmiş zaman” kipiyle söyleşiversek, sözlerimizin içine o zamandan kulak, göz, burun, dil bellekçiklerimizde kalan sesleri, renkleri, kokuları, tatları katmadığımızda, söyleşimizin ne kadar “yavan” olduğunu görüyoruz.
Yıllar önce, pek de “gelecekten” ya da “yarınlar”dan dem vurmadığım halde, “şimdiler”in ya da “yaşanmakta olan anların” da değerini fark edemediğim bir dönemde, “Şu anı, şimdiyi yaşamaya bak,” diyen birini anımsattı bana bu şiir. Çok şeyde, hep kendini merkez alan biri olarak, nedense tuhaf bir yaşam disipliniyle sınırlayıp dururdum kendimi. Karşıma çıkanların da aynı düşünce ve davranışta olacaklarına ya da olmaları gerektiğine inanıyordum. Bu yüzden yanıtlarını tam kestiremediğim bir sürü “acabalar”la, yığınla “ya / ya da”larla dolu olurdu kafam her zaman…
Bugünden geriye bakınca, başkalarının beni ne kadar yanılttıklarını değil, benim kendi kendimi ne kadar yanılttığımı görüyorum.
Demek istediğim şu ki, “şimdi”nin ya da “şu anı”ın içine katabilecek ya da serpiştirebilecek, fark edilebilir bir sesimiz, rengimiz, kokumuz, tadımız yoksa, bilelim ki, ilerde çok şeyimiz, hatta yazılarımız olacak; ama, tek bir “şiirimiz“ bile olmayacak.
Unutmayalım, yazı ruha “kulp” takar, onu süründürür; şiirse, ruha “kanat” takar, onu uçurur. İşte belki de, hangi renge bulanırsa bulansın, insan ruhuna katacakları değerler açısından bakıldığında bütün kalemlerin sorunu şu: “süründürmek mi, uçurmak mı?”
Teşekkürler bir kez daha Güvez’e.
"Yazı ruha kulp takar,onu süründürür;şiirse ruha kanat takar onu uçurur"...bundan güzel bir anlatım duymadım :)
Yorumlarınızla bizi zenginleştirdiğiniz için teşekkürler.
:)) Çok haklısınız Güvez...
Yorum Gönder