gerçek olan, varlığında daha da olmayanın, ütopyamsı bir varlığın olanağını taşır.
-ernst bloch.
ateş gibi bir nehr akıyordu
ruhumla o ruhun arasından
bahsetti derinden ona halim
aşkın bu onulmaz yarasından
vurdukça bu nehrin ona aksi
kaçtım o bakıştan o dudaktan
baktım ona sessizce uzaktan
vurdukça bu aşkın ona aksi
['parıltı' | ahmet haşim]
6 Yorum:
"Yarin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil,
Gönlüm acısından bunu bildi!
Düştükçe vurulmuş gibi, yer yer
Kızgın kokusundan kelebekler;
Gönlüm ona pervane kesildi.
Ahmet Haşim "
Bu şiirşeyde benden... Yazdığın şiiri tamamlasın diye... Bir de merdiven şiiri vardır.
" Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde gümüş renkli bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağilayarak" diye başlar. Ortaokulda öğrenmiştim. Ezberden yazdım. İnşallah hata yoktur. Bu şiirlerini çok severim Ahmet Haşim'in.
Yüreğine sağlık...
Yazdıklarını okumak büyük zevk. Başarılarının devamını dilerim.
anlamadım bişey.belki oruc kafa..)
ama guzeldi;kedilerin bakışı çok keskin
Teşekkürler İnci: yorumun, övgülerin ve eklediğin karanfilli/merdivenli şiirler için...
'karanfilim susuzum
kaç gündür uykusuzum
varsam yârin yanına
dilim durmaz huysuzum'
demiş Kırşehirli Muharrem Ertaş.
susuz kalmasın karanfillerimiz...
Teşekkürler Ferkul...
'anlamadım bişey. belki oruc kafa..)
ama guzeldi;kedilerin bakışı çok keskin...'
demişsiniz...
'yaralı bir ceylan dağlar başında
uyur, yavrusunu görür düşünde
pervaneler gibi aşk ateşinde
Kerem yanar, Aslı küle çevrilir'
demiş eskilerden bir ozan. bu sözler, 'ŞiirŞeyler 1'in bir başka dille anlatımı sayılabilir.
Kerem yanarken, küle dönüşen kendi değil: âşığı olan Aslı... yüreciğindeki Aslı'yla birlikte yanınca Kerem, böyle oluyor demek ki.
yanan Kerem, aslı olan küle, özü olan toprağa dönüşüyor: bu anlamı da var şairin sözünün.
kerem: iyilik, ululuk anlamında alınırsa, iyilikten iyilik, ululuktan ululuk doğar gibi bir anlam da var bu sözde.
bu bilinen şeyleri, sıkça 'kurcalama'daki amacım, sizi 'yeni şiirler yazmaya' kışkırtmak. :)
"Şiir nedir?" diye sormuştu bir gün öğrencimin biri.
Dünyanın en yiğit ozanına ülkesini haram etmektir, diyesim gelmişti.Diyememiştim, çünkü öğrencim Nâzım'ın adını bile benden duymuştu ilk.
Bir şair öldüğünde evrende eksilen güzelliklerdir, diye düşünmüştüm Can Baba öldüğünde. Haklı çıktım. Ne çok şey eksiliyor her geçen gün yeryüzünden...
Öyleyse şiir,
Bir şair onu yazdığında evrende çoğalan güzelliktir.
Güzel olan her şeyin tohumu şiirdir.
Ondan işte, şiir şiir kokar hormonsuz selamlaşmalar, gülücükler, sarılışlar, sevişmeler...
Stuart Kamil! Hoş geldiniz! 'SırmaTel'den yorumunuz için teşekkürler.
'kalem yoldaşınla dostum
gelişine çok sevindim
logistanbul'umuza konuk
oluşuna çok sevindim
Kamil'sin anlarsın sözden
kime kemlik gelir bizden
sen anlarsın şiir ve sazdan
çalışına çok sevindim
EditörBey'im ozan ister
dertlerini yazan ister
saz ve şiir düzen ister
bilişine çok sevindim'
Nâzım'ın ailecil yaşam ekseni bilindiği gibi: Polonya-Anadolu-İstanbul... Sanata ilgi duyan bir baba -Hikmet- ile ressam bir anneden -Celile- doğan Nâzım, şair bir adamın -Mehmet Nâzım- torunu... Çocukluğundaki ilk önemli işi, eve gelip giden postacının resmini yapmak olmuş. Benim gençken keşfettiğim, yaşamcıl etkisini 58'imde fark ettiğim fotoğraf işinin benzerine o daha çocukken başlamış.
'Anadolu kadını'nı ilk gördüğü yer İnebolu. Ergin yaştayken ilk gördüğü Anadolu kasabası da yine burası...
Ne diyor bir bakın: 'Pazar yerinde gördüm onu. Sırtındaki odun yükünü indirmeden çömelmişti duvarın dibine. Kabuğundan çıkmış kocaman iki kaplumbağaya benzeyen ayaklarını gördüm. Ellerini gördüm: odun yükünün urganını tutan mübarek elleri baltanın sapındaymış gibi öfkeli, beşik sallıyormuş gibi sabırlı ve şefkatliydiler.'
Bu nasıl anlatı, bu nasıl söz, bu nasıl yazı, bu nasıl 'şiir'?
Hayır! Bu nasıl bir film! Yine hayır! Bu nasıl bir resim!
Hayır! Bu, nasıl bir 'fotoğraf'? Evet!
'Yeren/eleştiren' Nâzım'ın, bu işi nasıl yaptığı biliniyor...
'Seven' Nâzım'ın nasıl sevdiği de biliniyor; bunu, yinelemek de yarar var ama... 'Seven Nâzım', sevgilerinin hiçbirinde 'platonik' değildir. Sevgililerinin işine karışmaktan çok, sevgilerinin 'içine' karışır. Çok başka bir şey daha katar sevme işine: yazar... Y/AZARAK SEVER O!
'senin adını... kol saatimin... kayışına... tırnağımla... kazıdım! -Nâzım'. Ya bu, nasıl bir resim... Nasıl bir fotoğraf!
...
Ferhad'ın Şirin'e -şiirine- aşkı, neye dönüşmüştü: bir kente ve o kentin insanlarına 'su verme' işine mi?
O iş, neye dönüşmüştü peki: suyu kente akıtmak için, bir 'dağı delme' işine...
Dağ delinecek, su akıtılacaktır...
Dağ delinmiş, su akıtılmış mıdır bilinmez... Dileyelim öyle olmuş olsun. Ve ol kentin küçücük evlerinin küçücük bahçeciklerinde, mürdüm erikleri birdenbire çiçek açmış olsun...
'ilk önce, zerdaliler çiçek açar / mürdüm erikleri, sonra... -Nâzım.'
Yorum Gönder