ŞiirŞeyler 1

gerçek olan, varlığında daha da olmayanın, ütopyamsı bir varlığın olanağını taşır. -ernst bloch.


ateş gibi bir nehr akıyordu
ruhumla o ruhun arasından
bahsetti derinden ona halim
aşkın bu onulmaz yarasından




vurdukça bu nehrin ona aksi
kaçtım o bakıştan o dudaktan
baktım ona sessizce uzaktan
vurdukça bu aşkın ona aksi

['parıltı' | ahmet haşim]



Evlerinin Önü | Öykü & Berk


Yorumla|Paylaş

Yıl 1752 | Çoğulcu Bir Aşk Belgesi 1

aşk için... arayış içindeydim birkaç gündür. 'altınsı sözler' arıyordum aşk için...
günümüzden yaklaşık 260 yıl önce, Erzurum'da bırakılmış bir sevgiliye İstanbul'dan yazılmış bir mektuba takılıp kaldım sonunda... art arda 3 kez okudum bu mektubu: bazen sesli, bazen sessiz.
gözlerim doldu zaman zaman... Logistanbul'da yayımlanmalı bu mektup diye düşündüm.

ekleyeceğim fotoğrafı çekmek için, üç gün üç gece gezdim: dağ tepe, kıyı bucak... çektiklerimden yalnızca biri doldurdu gözümü... belleğimi kurcaladıkça, anladım ki çocukluğumdan kalma bir iz, bir tortu, gözümü dolduran bu fotoğrafa doğru sürüklüyor zihnimi.


kutsal kitapların 'gökyüzünden inmiş' olması, aklıma ilk takılan soruydu çocukluğumda... minareleri gördüğümde, böylesi kitapları yazan 'kalemler' sanıyordum onları. kutsal yazıların 'mavi gökyüzü'ne bu kalemlerle yazıldığını, yazılar tamamlandıkça, göğün bu yazılı yerlerinin kendiliğinden 'yırtıldığını' ve uça, süzüle, birer 'yaralı kuş' gibi yere düşmüş olacağını düşünürdüm.

Kuran Kursuna götürüldüğümde 4 yaşındaydım. ilk günkü ilk işim, gidip hocanın rahlesinde açık duran Kuran'ın sayfalarının rengine bakmak olmuştu...
sapsarıydı sayfaların hepsi: hiçbiri, 'mavi' değildi!
çocukluğumda yaşadığım bu ilk 'düş kırıklığı', sanıyorum hiç silinmemiş belleğimden...
'58'li yaşımdan sevgili çocukluğuma, saygıyla...' diyeyim ve geçeyim 'mektubumuza' -kestane kebap, acele cevap!

{
Ve izzetli, hürmetli, muhabbetli, hakikatli, hatırlı, gönüllü, hizmetli, sabırlı, ma'rifetli, akıllı, gayretli, şefkatli, güzel yüzlü, şirin sözlü, melek huylu, çelebi kollu, nazik elli, ince belli, şirin yıldızlı, has odalığım, oğlum annesi, gönlüm canânesi, inci danesi, hatunum ve hanımım, küçük kadın Züleyha Hanım huzuruna...


aceb cihanda senin gibi var mıdır?


Candan selamlar ve gönülden dualar edip ol mülâyım hatırın kat kat sual ederiz. Allahın birliğine emanet veririz. Benim küçük kadınım, benim âşık paşam, benim gözüm, benim sırdaşım, benim dervişim, benim emektarım, ne keyftesin, ne haldesin, ne demdesin, neylersin, nişlersin, iyi misin, hoş musun? Allah, yardımcın olsun. Hak Taâlâ canına sağlık, gönlüne hoşluk versin. Tanrı seni bana bağışlasın. Bir dahi dünya gözüyle görüşmek müyesser eylesin, âmin. Aceb cihanda senin gibi var mıdır?


allahu taâlâya âşık olalım... safalar edelim.


Zilhem, Zilhem! O tatlı canın seveyim. O tatlı bakışların seveyim. Hiç fikrimden gitmezsin. Böylece ayan gönlümde durursun. Benim nazik âşığım. Senin için yollarda ve İstanbul'da besteler yazıyorum ve öğreniyorum ki inşallah gelende seninle ses sese verelim de, türlü türlü besteler, güzel güzel kitaplar okuyalım. Allahu Taâlâya âşık olalım. Safalar edelim.

Bir küçük kadın gördüm. Hemen sana benzettim. Selam sabah ettim. Sesi dahi sana benzer idi. Senin hatırın için sokak ortasında ona yârenlik edip ahvalini sordum. Bir ihtiyar kocası varmış zindanda. Ona ekmek götürür imiş. On kuruş borcunu vererek, onu ihlâs edip sevabını sana bağışladım. Allahu Taâlâ senden razı olsun. Zira ben senden yer gök dolusu razıyım. Allah oğlumuz Şeyh Osman'ı bize bağışlasın, âmin. Ve cümle kadınlar, sana kurban olsun. Ve büyük kadınlar, bacılarına kurban olsunlar. Siz, bana dünyalar değersiniz. Hak Taâlâ dördünüzü bana dünyada bağışlasın ve ahirette firdevs-i âlâda dahi sizi bana versin, âmin ya Erhamürrahimîn. Dahi ben kimsenin fikrinde ve hayalinde değilim.


ol kadar çok sözüm vardır ki, bir ay yazsam tükenmez...

Bu muhabbetnamem boş gelmesin diye her birinize birer bürüncük gömlek irsal olundu. Şimdilik mazur olsun. İnşallah yakında vademiz tamam olduğunda ağa efendimizden destur alırız ve gelip sizinle çermikte çimeriz. Zira, bu çermiği sizin hevesinizle yaptırdım. İnşallah elime akça girerse camuş çermiğinde sizin için bir küçük kümbet yaparız. Siz gidende, ol küçük çermiği, sizden başkalarına yasak edersiniz. Tenha safa ile çimer, çıkar; pak olursunuz.
Size ol kadar çok sözüm vardır ki, bir ay yazsam tükenmez... }


Marifetname adlı ansiklopedisinden başka 15'i aşkın 'yazma' yapıtı ve bir de divanı bulunan Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi'nin (1703-1780), İstanbul'dan, Erzurum'da bıraktığı Firdevs, Fatma, Belkıs ve Züleyha adlı 4 eşine 1752'de 49'undayken yazdığı mektubun, 'has hatun'u saydığı 'küçük kadın' Züleyha'ya ayırdığı bölümüdür. [Ayrıca bakınız: 'Aşk İki Nokta Üstüste' | Cogito-Bahar-95 | YKY-İstanbul.]


Yorumla|Paylaş

Kaç Kişiyiz Kendimizde? | Aşk Üçgeni 3


"sana sevgi ve şefkatle sarılacak biri olacaktım ve bu senin için yeterliydi"yle çıkmıştık yola...
...
'sevdiğin sözler' neydi, unutmayalım: 'Hayat insanı eğitiyor, önemli olan satır aralarını iyi okuyabilmek...'

ve "olsun varsın... hadi, ikimizin de açık olsun yolu... ikimize de 'uğurlar ola!'" diyerek bağlamıştık ortak öykümüzün ilk gününü...
...
öykümüzün orta dönemi, son döneminin içinde 'gizli/açık'...
o halde, son dönemin çerçevesini çizelim önce...
aylardan nisan... nisanın ortası...

bir Ahmet Oktay şiiriyle tanımlayalım mı şu 'nisan'ı, ne dersin?

cıvıldayan ilkyaz.
günbatımını seyrettiler
balkonda
–hırkanı giy, dedi kadın
havalar serin daha–

aşağıda çınarın altında
durup öpüştü iki sevgili

–doğru, diye yanıtladı adam
yaşlanıyorum artık–

ve ekledi:
ayların en zalimidir Nisan.
...

gelelim şimdi 'ayların en zalimi olan Nisan'ın 13'üne... hadi gelelim!
'ayların en zalimi Nisan'da olanları, senin kaleminden dinleyelim ki, böylece kimseciklere haksızlık etmiş olmayız, ne dersin?

on üç nisan iki bin... günlerden cuma... saat 14:35.


yaşamımdaki tüm değerler üzerine yemin ederim ki...

I...
Ben S. K.
Birlikte olduğumuz tarihten bu güne kadarki sürede sana, yaşamımdaki tüm değerler üzerine yemin ederim ki hiçbir konuda yalan söylemedim, olduğumdan farklı davranmadım.
Fakat sen kendi kurgularınla, gelişmeleri hep kendi görmek istediğin gibi gördün. Oysa işin özüne inseydin, kendi düşündüğün gibi olmadığını görecektin. Hep kolaycılığı seçtin, kendi düşüncenin doğru olduğuna inandın.

senin elinden tamamıyla uçup gideceğimi anladın...

Şu an 15:07 saat. Ve beni tutsak almış durumdasın. İki nedenin var. Birincisi, senin elinden tamamıyla uçup gideceğimi anladın.
İkinci nedenin: bir tesadüf ki, daha önceki arkadaşım seninle birlikte olduğumuzdan beri, ikinci kez arıyordu. Ben sorun çıkmasın diye görüşmeyince, mesaj yollamış: 'Şu an evdeyim, müsaitim. Beni arar mısın?' diye.

seninle olan ilişkimden onun haberi bile yok...

II... Arkadaşımın bu mesajındaki sözler, senin kurgularına yeni bir şey, olumsuz bir şey daha kattı.
Oysa o insanın hiçbir suçu yok! Seninle olan ilişkimden, onun haberi bile yok.

Ben neden mi söylemedim? Seninle ilişkimde hiç önümü göremedim. Hep fırtına, hep toz duman ve arada bir yeşil çimenlere uzanışlarım...

Sen beni etik değerlere sahip olmamakla suçladın. Bense seni, hep derin paranoyaları olan, benim durumumu kullanmaya çalışan biri olarak gördüm.

Sende, bir 'sen' daha gördüm. Biri benim dâhim olan 'sen' ki, beni dinleyen, anlayan, güvendiğim biri.
Öbür 'sen', bir burgu gibi. Oydu durdu hep içimi. Neyin ne olduğunu hiç dinlemedi. 'Sen nesin ki, kimsin ki!' diye diye, beni örseledi durdu.
Ökseye takılan bir kuş gibi, çırpınıp durdum elinde.

ya yeniden kazan beni ya da ömür boyu yitir...

III...
Şimdi yine öksedeyim; ama, beni ökseden kurtarsan bile kaçmayacağım.
Hayyam derdim sana. İşte o Hayyam dediğim 'sen', benim 'sen'imdin.
Benim Hayyam'ım olduğuna inandırırsan beni, tüm yaşamımı sana vermeye hazırım.
Ben, iki 'sen' arasında gidip gelmekten, serseri mayına döndüm.

Bunların hangisisin? Söyle n'olur!

IV... Lütfen, söyle hangisisin?
Söyle ki, ya yeniden kazan beni ya da ömür boyu yitir...

...

hangisiyim, öyle mi?
ne ilginç raslantı ki bu sorunun yanıtı da, şair Ahmet Oktay'ın şiirinde...

pavese, malcolm lowry. ikizlerim.
gece de sonsuz değil
kötülük de. ben de denedim.

lav fokurdarken gidip geldim
deliliklere. bin vampir besledim
şuramdaki inde...
ve ben de şehvetle öptüm o meleği

ah! bilemedim...
kaç kişiyiz kendimizde.

[Gözüm Seyirdi Vakitten | Ahmet Oktay | s. 10 ve 44 | YKY-İstanbul-Mart 1996.]
Yorumla|Paylaş

18 Ağustos | Hepi Börtdey Tuuu Miii!


18 ağustos: hepi börtdey tuuu... miii!


evet: 18 Ağustos... bugün benim doğum günüm: hepi börtdey tuuu miii.
saat şu anda: 10:30.

cep telefonumu aldığımdan bu yana doğumgünümü 'ilk kutlayan', çoğu zaman da 'tek kutlayan', cep telefonum olmuştur.

nitekim, sabah 08'den beri beklediğim 'biip bip!' sesi, az önce geliverdi.

dedem korkut (!) boy boyladı, soy soyladı. açalım bakalım şu Vodafone doğumgünümde bana ne soyladı:


'SAYIN OMER CENDEOGLU DOGUM GUNUNUZU KUTLAR, SAGLIKLI, MUTLU, BASARILI VE ILETISIMIN HIC EKSIK OLMADIGI BIR YASAM DILERIZ. VODAFONE.'

iletinin türkçesi: sayın ömer çendeoğlu. doğumgününüzü kutlar, (size) sağlıklı, mutlu, başarılı ve iletişimin hiç eksik olmadığı bir yaşam dileriz.


sağolasın Vodafone... bu dünyada yalnızca senin farkında olduğun gibi: bugün 57'yi bitirip 58'e girdim. bugün, yarım yüzyıllık bir adam, 8 yaşına girdi de denilebilir...

yıllar önce bir şair dostum: "hepimiz birer, 'aşk çocuğu'yuz. annelerimiz ve babalarımız birbirlerini seven ve birbirleriyle sevgiyle sevişen çiftler değiller miydi?" demişti.

kurcalayalım bakalım, bir 'insan' olarak şu doğum ve doğumgünü geleneklerimizi de, görelim bakalım nereye çıkar yolumuz...
hepimiz, birer 'aşk çocuğu' muyuz görelim...

doğum gelenekleri... toplum yaşamında doğum olayına verilen büyük önem, öteden beri bütün halklarda doğumla ilgili pek çok gelenek ve göreneğin doğmasına yol açmış.
bazı yörelerde doğumla ilgili ayin ve törenler, kadının gebe kalmasıyla başlarmış.

Hindularda...
çocuğun ana rahmine düşeceği varsayılan zamanı kutsamak için yapılan gebelik ayininde sürekli mantra'lar (kutsal heceler) söylenirmiş. babanın nasıl bir çocuk istediğine bağlı olarak içine değişik çeşniler katılmış pirinç lapası ve sütle kaynatılmış pirinç yendikten sonra cinsel ilişkide bulunulurmuş. gebeliğin üçüncü ayında pumsavana (bir 'oğul' dünyaya getirme) denen ayinler yapılırmış. doğumu kutlamak için yapılan ayinlerde de, adak olarak ateşe manda sürtünden yapılmış tereyağı atılır, ruhsal ve fiziksel güç vermesi için bebeğin ağzına bir topak bal ve tereyağı konulur, tören boyunca bebeğe uzun bir yaşam dileğiyle mantra'lar okunurmuş.

Japonlarda... doğan çocuk 'kız'sa, büyüdüğü zaman evlenip baba evinden ayrılması için döleşi (etene/son) evin dışına, 'erkek'se büyüdüğü zaman ailesiyle kalması için evin içine gömülürmüş. şinto dininde de, bebek bir ya da üç aylık olduktan sonra koruyucu kami'sine (tapınılan güç, tanrı) götürülürmüş.

Arabistan'da... 'erkek çocuğun' doğum haberini ilk getirene armağan verilmesi ve doğumdan sonra şölen düzenlenmesi yaygınmış. durumu elverişli olan aileler koyun kurban ederlermiş. doğan çocuk 'kızsa' ne armağan verilirmiş, ne de tören düzenlenirmiş.

Türkiye'de... çocuğun doğumu, uzakta olan babasına ya da dedelerine, dayı ve amcalarına 'müjdeci' gönderilerek duyurulurmuş. müjde getirene armağan vermek gelenekmiş. 'oğlan' doğması, başta baba olmak üzere tüm aile için büyük bir sevinç kaynağıymış. kurban kesilir, ağaç dikilir, 'oğlan helvası' pişirilerek dağıtılırmış, kusursuz doğduğu için mevlit okuturulur, sadaka verilirmiş. çocuk 'kız' olursa herhangi bir kutlama yapılmazmış.
çocuğun ileride bilgili ve okumuş bir kişi olması için, döleşini okul, cami gibi yerlerin avlusuna gizlice gömme geleneği çok yaygınmış. bazı yörelerde döleşi yüksekçe bir yere asılır, yakılır ya da akarsuya atılırmış. çocuğun doğumdan bir hafta on gün sonra kuruyup düşen göbek bağı da eşik, gül dibi gibi yerlere ya da okul, cami gibi yerlerin yakınlarına gömülür, suya atılırmış; hatta çeşitli güçleri barındırdığına inanılarak saklanır, yastığının içine dikilirmiş...

görüldüğü üzere, bu dünyada doğumlarda ve doğum törenlerinde, 'er cins' alabildiğine yüceltilmiş, 'dişi cins' alabildiğine görmezden gelinerek alçaltılmış, aşağılanmış ve yerin dibine batırılmış (bırakalım batırılmayı, canlı canlı yerin dibine bile gömülmüş).

düşünün ki küçük bir ablasınız, bir erkek kardeşiniz doğuyor. tüm aile, 40 gün 40 gece tören yapıyor. kurbanlar kesilip, mahallenin varsılı yoksulu doyurulup mutlu ediliyor...

derken, bir süre sonra, bir kızkardeşiniz doğuyor. tüm aile, yüzlerini somurtmuş, birbirlerine, doğurana ve doğana hep birlikte nefretle bakıyorlar. bir küçük abla olarak ailenin bu şizofrenisine ya da üzüntülü travmasına siz de katılıyorsunuz...

bir zamanlar bir küçük ablaydınız... belki aynı mahallede oyun, ya da aynı ilkokulda oyun-okuma arkadaşlarımdan biriydiniz.

sonra genç bir kız oldunuz... belki birbirimizi sevdik, birbirimize âşık bile olduk...
sonra evlendik... çocuklar doğurup, siz bir anne olacaksınız, ben de bir baba!
'ikiz' doğurdunuz: biri erkek, biri kız...
siz bir annesiniz şimdi, ben de bir baba!
eyvah ki ne eyvah!

şimdi biz n'pacağız?
bir düşünün bakalım!
düşünün bir bakalım!
bir bakalım, düşünün!
...
18 ağustos...
bugün benim doğumgünüm... armağanlarım var, beni var edenlere...


bu annemin ve babamın ruhlarına
ya da başuçlarındaki meleklerine...


bu kendime...


ve bu da blogdaş ve yârenlerime...


hepi börtdey tuuu miii!
iyi ki doğdum! iyi ki
... doğdum, iyi kiii!

hepi börtdey!
hepi börtdey!
hepi börtdey
... tuuu miii!

böyle bir doğumgünüm olur da, böyle bir birliktelik olur da, hocam ruhi su'yu çağırmamak olur mu bu 'yârenevi'me? kesinlikle olmaz...

buyrun hocam: artık saz da sizin... söz de sizin...



'bilmem şu feleğin bende nesi var' | ruhi su.


Yorumla|Paylaş

Söylenmezi Bulmak | Aşk Üçgeni 2


kadın ruhunu anlamak...


"Kadın ruhunu anlamak' diye bir laf dolaşıp durur ortalıkta. Çoğumuz bunu kadınlara okşayıcı sözler söylemeyi, çiçek sunmayı, 'romantik davranarak güven vermeyi bilmek diye yorumlarız. Oysa kadın gözünde çiçek miçek ayrıntıdır. Ona göre bir ilişkiyi kaba cinsellikten ayırıp 'romantik' kılan başlıca özellik, sürekli olma şansının yüksekliğidir. Dünyanın en çok sorulan sorusu, 'Beni seviyor musun? ' sözüdür herhalde. Onun gerisindeki kaygı da açıktır:

İlişkimiz kalıcı mı? Yoksa çekip gidecek misin hevesini aldıktan sonra?"

şu sıralar okuduğum bir kitaptaki bu sözler çok çarpıcı geldi bana...
bundan önceki, sana sunduğum ya da seni anlattığım 'Bir Çiçek Getir, Yeter' başlıklı yazımdaki düşüncelerimi yeniden gözden geçirmek zorunda kaldım, biliyor musun?


'çoklu okuma'yı da, 'çoklu yazma'yı da seven biriyim. mesleğimdir de bu işler. kitapta söylenenleri, kendi yazdıklarımla bir arada okumanın bana birçok şey kazandırabileceğini düşündüm.
bu yazımdan bir önceki 'Düşleyin, Küllerim' başlıklı İlhan Berk alıntısında geçen 'Söylenmez/i Bulmak' doğrultusunda, tanıştığımız ilk günlerimizi ya da yaşadığımız o tuhaf ve uzun başlangıcı yeniden kurcalamak geldi içimden... izninle...
....

bana sevgi ve şefkatle sarılacak biri olsun, yeter...


sana sevgi ve şefkatle sarılacak biri olacaktım. bu senin için yeterliydi. öyle demiştin.
...
ilk tanışmamız... istanbul kadıköy'de bir akşamüstüydü.
'panorama'daydık. senin benden önceki sonuncu (!) arkadaşınla benim bir arkadaşım daha vardı aramızda. üç erkek, bir kadın... iyi başlamıştı söyleşimiz...
arkadaşın sözü bir ara, senden neden koptuğunu anlatmaya başlamıştı. çok içten bir konuşmaydı.

'bende aşk yoktu, seninse çok dağınık bir yaşantın vardı, yalan mı?' demişti adam senin yüzüne bakarak.
sen de 'ha şunu bileydin. sende aşk olsaydı, bu kadar dağıtır mıydım ben kendimi?' demiştin.

hepimiz gülüşmüştük... ikinizin içtenliği beni de sarmıştı.
adama sormuştum: 'evlisiniz değil mi'
ne demişti adam: 'evet de, nerden biliyorsunuz?'
'te be böyle olur o işler,' deyince ben, basıvermiştik yine hep birlike kahkahayı...

sonra sana dönüp: 'yüküm buğday unudur / evliye gönül verme / eve gider unutur' demiştim.
'çak kardeşim, çak!' diyerek ellerini havaya kaldırmıştın. çarpıştırmıştık ellerimizi...

arkadaşından özür dileyerek, senin omzuna uzatmıştım sağ kolumu sonra.
söyleşimiz böyle sürüp giderken, benim arkadaşım: 'bana bak oğlum, durumunu sor önce yanındaki kadının. omzuna kolunu attığın kişi 2 çocuklu bir hanım. alabilecek misin onların sorumluluğunu da üzerine?'

'dur bakalım,' demiştin sen arkadaşıma. sonra da eklemiştin: 'ben, elime bir erkek eli değdiğinde hamile kalacağımı sandığım dönemimi atlatalı yıllar oldu. hem senin şu ayrıldığım arkadaşımdan ne farkın var? o evli, sen de evlisin, ve üstelik senin de sevgilin var...'

'karıştırma beni şimdi,' demişti arkadaşım...
sonra benim dışımda üçünüz, 'şu doğru, bu eğri' tartışmaları arasında yitivermiştiniz.

vakit artık geç olmuştu, benim arkadaşımla seninki, evlerine gitmek için karşıya geçeceklerdi. sen kadıköy'deki evine gidecektin. ayrılmıştık arkadaşlardan ve ikimiz kıyı boyunca konuşarak yürümeye başlamıştık...

evinde bir arkadaşınla kaldığını, aranızın bir süredir soğuk olduğunu ve yakında ikinizden birinin evden ayrılması gerektiğini söylemiştin. uygun bir zamanda, yine buluşalım diyerek ayrılmıştık.
...


kadıköy kıyısındaki eysan'da buluşmuştuk


bir cuma akşamı kadıköy'deki 'eysan'ın çatı katındaki restorantta yemeğe davet etmiştim seni. 'seve seve gelirim,' demiş, gelmiştin...
geldiğimizde kimsecikler yoktu ikimizden başka... gidene kadar da bir gelen olmamıştı. ikimiz için özel bir akşama dönüşmüştü buluşmamız.

çok şey konuşmuştuk. neler söylemiştin? şu yönünü çok beğendim... ama şu yanın var ya, bil ki... önderlik ruhun çok güçlü... çok zekice konuşuyorsun... çok kimseye söz ettim senden son günlerde... herkes merakta, biliyor musun? falan, filan, fişmekân...

ben ne demiştim dur bakayım: valla yalnız bir insanım, aile bağlarım güçlü değildir benim. senden söz edecek kimsem olmadı benim. ben, babam olsa, yanlışlık yapanı, yaptığı yerde bırakırım... sessiz, gürültüsüz oracıktan tüyerim... umarım uzun sürer bu dostluk. pek emin değilim ben kendimden... falan, filan, fişmekân...

sormuştun: 'sözünü etmiştin birinin, tanışmamızın ilk haftasındaki görüşmemizde bir ara, telefonda... haber var mı ondan?'
yanıtlamıştım sorunu: 'var haber... ama, istanbul dışında bir yerdeymiş. dönmeyecekmiş bir süre... söz ettim senden ona, biliyor musun?'
sormuştun: 'sen ne dedin, o ne dedi?'
yanıtlamıştım: 'biriyle tanıştım, evliliğe gidebilir. bilgin olsun,' dedim telefonda. o da, 'benim ilişkilerim dağıldı, koptum istanbul'dan. bekleme beni. mutluysan, sürdür gitsin, gideceği yere kadar...'
sormuştun: 'ilerde filan, sorun çıkarır mı, dersin?'
yanıtlamıştım: 'çıkarmaz... ama, çok uğraşman gerekecek onu benim ruhumdan silebilmek için. o insandan duydum ben, 22 yıl aradan sonra kendi anadilimde 'Seni seviyorum,' sözünü. bu sözü, ondan 22 yıl önce bir başkasından duymuştum...'


geldiğini söylemiştin eysan'a, benden önce bir kez daha


hemen bir sigara yakmıştın... çakmağı kalem gibi tutup, masadaki tabağının kenarına vurmaya başlamıştın 'tık, tık, tık!' garson gelmişti. 'pardon! yok bir isteğimiz,' deyivermiştin...

titreyen bir sesle söylediğin 'çok etkilemiş olmalı seni bu kadın?' sözüne karşılık, 'kendisi bu ilişkinin adını sonraları yârenlik, dostluk, sırdaşlık filan koydu,' demiştim.
'hımm, bir başkası var demek ki,' deyince sen, 'allahaşkına,' demiştim, 'bizim yaşlarımızdakiler arasında hangimizin yaşamında bir başkası yok ki?'

'olur mu canım öyle şey!' diyerek tepki gösterdiğinde, ne demiştim: 'bak güzelim, bu işte pazarlık olmaz: yaşayalım! görelim!'

{{kalkma vakti geldiğinde, ben biraz tedirgindim. fark etmişsindir sanıyorum... aklıma o kadınla bir söyleşide konuştuğumuz durum gelmişti... 'yemeğe çıkan kadın ve erkek, yemek bitince, ayrı ayrı kendi evlerine değil, ikisinden birinin evine giderler. böyledir bu iş dünyada,' demiştim ben ona, o da kahkahayla gülmüştü. sonraları da birkaç kez takılmıştı bana: 'demek, önce yemeğe, sonra yatağa...'
gerçekten, şimdi n'olacaktı acaba? sen ve ben???}}
...
güzel bir akşam olmuştu. kalkmadan önceki sözün ne mi olmuştu: 'birlikte kaldığımız adam ayrılmak istemedi evden, yakında ben kendim oradan taşınacağım. pazartesi benim işyerime gelmeni istiyorum, gelir misin?'

anlaşılan bu tür buluşmalar daha epey sürecekti. bu son soru onu gösteriyordu...
'gelirim,' demiştim gülerek. sonra...
sonra da, sen kendi evine...
ben kendi evime...
....

okuduğum kitapta, yazar, yukarıda alıntıladığım kesimde sözünü ettiği, ''İlişkimiz kalıcı mı? Yoksa çekip gidecek misin hevesini aldıktan sonra?' biçimindeki kadıncıl kaygıyı şöyle irdeliyor:


'kadının önceliği: 'en kaliteli erkekten çocuk yapmak'
'ilişkimiz kalıcı mı?'

"Öyle kaygıları doğal karşılamak gerekir. Çünkü sağlıklı ve tipik bir kadının ruhunun derinliklerindeki başlıca istek başarılı bir anne olmaktır. Yani kendine bağlayabileceği en kaliteli erkekten çocuk yapmak ve eşin sürekli desteğiyle yuvanın güvenliğini sağlamak...
Bu öncelik hesaba katılmadan kadın davranışlarına akıl erdirilemez."
....
sözünü ettiğim kitapta, ilgili bölümün başlığı da çok ilginç: 'Onlar B/aşkadır'.
umarım, çekmiştir senin de ilgini bu kitap. bak, daha neler neler diyor yazar:

"Yaptığınız her şeyi düşünerek verdiğiniz kararlarla yaptığınıza inanıyorsanız yanılmaktasınız. Davranışlarımızın pek azı bilinçlidir; gerisi içgüdülerden kaynaklanır.
Her canlı gibi bizimde iki temel içgüdümüz var:
1. Kendini korumak (tehlikeden kaçmak, açlık ve susuzluk gidermek, sığınak bulmak ya da yapmak, uyumak, dinlenmek vb.)
2. Kendini sürdürmek (eş sağlamak, döllemek ya da döllenmek, yavruyu yaşatmak)

O hedeflere ulaşmak için erkekle dişinin strateji ve taktikleri kimi yerde birbirine parelel, kimi yerde karşıttır. ... Birinin belirgin özelliği ataklık, ötekinin büyük kozu ihtiyattır."
...
yazarın, şu sözü sanıyorum seni çok düşündürecek: "'Kadın ruhunu anlamak' diye bir laf dolaşıp durur ortalıkta..."

ne demiştin bir ara bana: "okur musun Ahmet Altan'dan? kadın ruhunu çok iyi tanıyor ve biliyor Altan...
ben ne demiştim: "bence büyük bir yazar Altan... yalnız merak ettim, 'kadın ruhunu çok iyi tanıyor,' derken, senin ne gibi saptamaların oldu? bana yazar mısın lütfen görüşlerini?"

yazmış mıydın? hayır, ne gezer! sormuştum bir ara ikinci kez, o zaman ne demiştin: 'valla ne bileyim, anlamış işte... keşfetmiş, yaşadıklarından olsa gerek. işte, o kadar...'

ben seni aydınlanmış bir kadın bilirdim oysa... neyse.
...
adın 'çiçek getiren,' kalsın senin bu blogda. sürdüreceğim 'senden ve sana yazmayı'
çiçek getiren...
'tutuklu kaldım ben sende': nişan akşamımızda istediğin ve birkaç kez çaldırdığın bu şarkıyı, dinliyor musun bugünlerde?

dinlemiyor olabilirsin... nitekim, facebook'ta (yüzlerkitabı) gördüm fotoğrafını: sabah çorbanı içiyordun, tünel çevresinde bir yerde. açık havada. yalnızdın!
ve o eski takıların gerdanındaydı yine...

'tanıdıklarımızla iletişim kurmamızı ve yaşamımızda olup bitenleri paylaştığımız' facebook ortamındaki sayfanda neler demişsin bir bakalım...

'biyografi: Okuyan, yazan, evrensel düşünen, özgürlükçü, sevgiden ve barıştan yana sıradan bir kadın.'
'sevdiği sözler: Hayat insanı eğitiyor, önemli olan satır aralarını iyi okuyabilmek...'

facebook'taki arkadaşlarının sayısı 501. şimdi kalkıp 'beni de al onların arasına,' desem, sanıyorum, 'bu zenginlik yeter bana,' der sıyrılırsın işin içinden.

olsun varsın... hadi, ikimizin de açık olsun yolu... ikimize de 'uğurlar ola!'

sözünü ettiğim kitap üzerine kısa bilgi vereyim de öyle bitireyim yazımı.
okudun mu? okumadınsa, alıp okur musun, bilmem...

İblisler, Azizler, Kadınlar | Refik Erduran, s. 223-224 | Dünya Kitapları-Anı | Nisan 2005-İstanbul.

[okurlarım için not: 'Söylenmez/i Bulmak' başlıklı bu yazı, bitmedi. 'Aşk Üçgeni' çizgisinde sürecek. sanıyorum çok daha önceki 'Aşk Üçgeni 1' başlıklı yazıyla birlikte 'çoklu okuma' yapılırsa, bu konunun tadına doyum olmayacak... ne demişiz orda: 'üçgenlerin de çeşidi var... eşkenarı, çeşitkenarı var, ikizkenarı var... var oğlu var, değil mi efendim? diküçgeni de unutmamalı...]

Yorumla|Paylaş

'Düşleyin, Küllerim!'

[bütün yârenlerime... 'morötesi bir ağıt']


nesnesine arkasını dönüp oturan
bir 'dil'den 'söz' edilebilir.


kendine, bir tek kendine çekilen bir dildir bu.
böylece de kendi kendini yaratan.


dilin uyku hali.

konuşmayan, bir şey önermeyen: sessiz dil.


iletişimsizliği, iletişim olarak bilmek.

artık burda olmayan
silinmiş, yırtılmış sesler.

...söylenmezi bulmak...

Logos, İlhan Berk, s. 18, YKY-İstanbul, 1996.

Yorumla|Paylaş

Aşk! Aşk? Aşk!


gönlü taştır, merhamet kelimesini bilmez
.

Sevgili: En belirgin özelliği âşığa acı ve ıstırap vermesidir. Zulüm ve eziyette aşırı sınırları zorlar, cana kasdeder. Kimse ona hesap soramaz. Gönlü taştır, merhamet kelimesini bilmez. Söz verir ama sözünde durmaz. Vuslatı yoktur. Âşığın ağlaması âh u feryâdı ona zevk verir. Katında en makbül âşık, eziyetine en fazla tahammül gösterendir. Onun için, daima eziyet eder. Eziyetten vazgeçmesi, aşktan yüz çevirmesi demektir. Kâh kıskandırarak, kâh fitneler kopararak âşığına zulm eder. Nazlıdır, aşiftedir, fettandır, hatta hafifmeşreptir. Kolay kolay, kendisini göstermez.



sevgililer, ancak t/uzaktan seyredilebilir...


Bayramlarda lütfedip dışarıya çıkar da, uzaktan seyredilebilir. Âşığın ancak rüyasına girer; eğlence ve bezmin vazgeçilmez kişisidir. Zenginliği, ihtişamı, parayı sever. Ona canlar kurban edilir; uğrunda rakipler öldürülür. Bütün bu huylarıyla her ne çeşit icraat yaparsa yapsın, ona kızılamaz. Hatta melekler, ona günah bile yazmazlar.

Peki böyle biri nasıl sevilir? İşte aşkın can alıcı noktası budur. Âşık onu sevmek için yaratılmıştır, elinden başka bir şey gelmez. Hep genç ve güzeldir. Daima kara saçlı, hilâl kaşlı, nergis gözlü, lâl dudaklı, inci dişli, gül yanaklı, selvi boyludur. Bedeni billurdan yapılmıştır. Aydır, güneştir. Yusuf'tur, Kıble'dir, melektir, huridir.
Ama her hali âşığa zulümdür.
Ne demiştir Fatih: 'Sevgili, bana kavuşmayı dileyen eziyetime katlanır, diyormuş. Sanki bu buluşma vaadi, eziyet değilmiş gibi...'


Vaslım dileyen cevrimi çeksin der imiş yâr
Bu vaadi gûyâ ki değil cevrine dahil

Cogito (Aşk İki Nokta Üst Üste) | "Âh Mine'l-Aşk", İskender Pala | sayı 4, bahar 1995, s. 87, YKY İstanbul

Yorumla|Paylaş
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 

Labels | Etiketler

08 Mart 2014 10 05 2015 Anneler Günü 101 Dize 11 Mayıs 2014 12 Mayıs 2013 Anneler Günü 13 Mayıs 2012 14 Şubat 18 Ağustos 18 Ağustos 2010 Doğumgünüm 18 Ağustos 2011 Doğumgünüm 18 Ağustos 2012 18 Ağustos 2013 18 Ağustos 2014 18 Ağustos 2015 Doğumgünüm 2011 2014 Falım 2015 60+1 8 March 8 Mart 8 Mart 2013 Adalar Adalet Ağaoğlu Âh Mine'l-Aşk Ahmet Hamdi Tanpınar Ahmet Haşim Ahmet Ümit Akşamüstleri All The Flowers Gone Altmışa Merdiven Anadolu Büyüsü Anadolu Çalgılarıyla Rahatlama Müziği Anayurt Özlemi Anneler Anneler Günü Âşık Sana Bir Sözüm Var Aşk Aşk Çocukları Aşk İki Nokta Üst Üste Aşk Mektupları Aşk Sürgünü Aşk Şiirleri Aşk Üçgeni Aşk ve Felsefe Aşkın Kokusu Aşkın Renkleri Aşklar Attilâ İlhan Ayın Nadir Aykırı Metinler Aykırı Sesler B. B. King Baba Babalar Günü Bahar Bahr-ı Tahvîl Bahrı Tahvil Behçet Necatigil Ben Birimdeyim O Altmışında Bilmem Şu Feleğin Bir Aşk Öyküsü Bir Bahar Akşamı Bir Yılbaşını Anlamak Blues Boşuna Bekliyorsun Bu Dünyada Olan Bitenler Buket Uzuner Buluşmak Üzere Can Yücel Caz Cemal Süreya Cemre Cep Telefonu Cogito Come Out Whatever You Are Cümleler Çamlıca Çıplak Ayaklıydı Gece Çiçekler Çivitmavisi Çoğulcu Bir Aşk Belgesi De ki Dedicated to Van Gogh Deniz Depremler Der ki Nar DerKenar Devrim Diller ve Nesneler Dilsiz Aşk Divan Şiiri Doğum Gelenekleri Doğum Günüm Doğum Törenleri Doğumgünleri Dost Dostların Anısına Dostluk Dört Mevsim Dr Ufuk Yaltıraklı Duvar Yazıları Dünya Anneler Günü Dünya Annneler Günü 2010 Dünya Annneler Günü 2012 Dünya Kadınlar Günü Editorbey En İyi Dost Erciş Erkeklerimiz eS Eysan Facebook Fal Felsefe Felsefe Akşamları Felsefe ve Aşk Felsefe ve Yaşam Felsefenin Aşkı Felsefenin Tadı Fotoğrafçı Friendship Geldi Kafiye Gitti Safiye Gemiler Giderim Van'a Doğru Göç Gökkuşağı Gökyüzü Gülen Yüzler Ülkesi Güller Gülten Akın Güven Turan Güvercin Ayrılıklar Güvercinler Güvez Güvez Diliyle Güvez Fotoğrafları Güvez Gözüyle Güvez Şiirleri Güzelleme Happy Birthday To Us Hasat Mevsimi Haydar Ergülen Hepi Börtdey Tu As Hepi Börtdey Tuuu Miii Hercai Hide and Seek İblisler Azizler Kadınlar İdiller Gazeli İki Kıta İki Âşık İkimizin Doğum Günü İlhan Berk İlk Akşam İlk Gün İlkbahar İlkyaz İnferno İskender Pala İstanbul İstanbul Baharları İstanbul Etkinlikleri İstanbul Fotoğrafları İstanbul Mevsimleri İstanbul Şiirleri İstanbul ve Aşk İstanbul'da Aşk İstanbul'da Felsefe İstanbullu Şiirler İyi ki Doğdum Joan Baez Kadıköy Kadıköy'de Söyleşi Kadınlar Kadınlar ve Erkekler Kahvaltı Kandil Işıkları Kapı Kara Kuşlar Karakışlar Kargalar Karşılaşmalar Kavuşma Kayahan Özgül Kediler Kedilerin Aşkı KendimLe Kıyılar Klip Kuşlar Kutlama Kutsal Aşklar Kuyudaki Adam Logos Louise Glück Martı Martılarındır İstanbul Mektuplar Moda Mother's Day 2013 Murathan Mungan Mutluluk Müzik Nar Nâzım Hikmet ve Aşkları Nehir Dizeler Netlog Nirvana nirvAnne Omlet Özdemir Asaf Özlem Panorama Papatyalar Parıltı PusulaŞiir Refik Erduran Relaxation Music with Turkish Instrument Renkli Taşlar Resmin Gölgesi Şiire Düştü Ruhi Su Sabah Saint Valantine Day Saklambaç Seçiminiz Hangisi? SekizinciRengim Seni Düşündüm Servet-i Fünun Sevda Sevgi Sevgi Soysal Sevgili Sevgili Sözleri Sevgililer Sevgililer Günü Sevgililer Günü 2015 Sobe Sokaklar Söylenmezi Bulmak SuSu Şeker Bayramı Şeyh Galib Şiir Şiir Şey Şiir Şeyler Şiirler ŞiirŞey ŞiirŞeyler Şubat Taşlamalar Tevfik Fikret Tuttum Birini Sevdim Ufuk Yaltıraklı Üsküdar Üzgün Kediler Gazeli Van Erciş Depremi Van Gogh'a Adanmıştır Vapur Vapurlar Video Videolar World Mothers Day World Women Day Yakalar Yalnızlıklar Yâren Yâren Evi Yârenlere Ağıt Yaş Yaşam Yaz Yaz Issız Yazısız Yeni Yıl Yeni Yıl Kutlaması Yılbaşı Yolllar Yunus Emre Yurdumsun Ey Uçurum Yürümek