seni konuştuk! senden konuştuk: biz 2 güvercin, dün gece...
21'imde karşıma çıkıp da, 3 yıl içinde: bana savaşı, bana barışı öğreten kadın...
seni konuştuk! senden konuştuk: biz 2 güvercin, dün gece...
21'imde karşıma çıkıp da, 3 yıl içinde: bana savaşmayı, bana barışmayı öğreten kadın...
seni konuştuk! senden konuştuk: biz 2 güvercin, dün gece...
21'imde karşıma çıkıp da, 3 yıl içinde: kardeşlik, arkadaşlık, sevgi, sevda, aşk için savaşmayı, barışmayı, 'yaşam için' tek sözcükle 'kavga'yı öğreten kadın...
seni konuştuk! senden konuştuk: biz 2 güvercin, dün gece...
21'imde karşıma çıkıp da, 3 yıl içinde: bana dostluğu, bana düşmanlığı öğreten kadın...
[duydum ki, yakın dostlarımızdan üçü, birkaç yıl arayla ölmüşler: başın sağolsun, başımız sağolsun! üç iri dal, kızıl, kıpkızıl karanfildiler onlar. yazarken bunları şimdi, ilki çift, sonraki tek, üç buruk gözyaşı, düştü dizlerime: kahverengi iki gözüm -severdin sen gözlerimi- kırmızı, kıpkızıl iki gül olursa birazıcık sonra, hiç şaşmam...]
seni konuştuk, senden konuştuk: biz 2 güvercin... dün gece.
her şeyi, o an unutuverdi de yaren güvercin, hem sordu, hem dinledi...
kendi denizini, kendi kıyısını, kendi dalgasını, kendi acısını, kendi hüznünü, kendi bulutunu, kendi rüzgârını, kendi yağmurunu, kendi selini, kendi suyunu, kendi nil'ini, kendi deryasını unutuverdi de... kendi gökyüzünü, kendi yeryüzünü... unutuverdi de.
hep seni sordu...
seni konuştuk, senden konuştuk: biz 2 güvercin... dün gece.
kendi denizini, kendi kıyısını, kendi dalgasını, kendi acısını, kendi hüznünü, kendi bulutunu, kendi rüzgârını, kendi yağmurunu, kendi selini, kendi suyunu, kendi nil'ini, kendi deryasını unutuverdi de... kendi gökyüzünü, kendi yeryüzünü... unutuverdi de.
hep seni sordu...
seni konuştuk, senden konuştuk: biz 2 güvercin... dün gece.
'hercailik' yok muydu, var mıydı azıcık: sende, -ve belki- her, seni sevende...
hercailik ya da 'aşkına sadık/bağlı kalmama' vardı gibi geliyor bana bizde...
sen 'devrimle nikahlıydın', ben 'düz bir yaşamla'.
devrimden çocuğun var mı, diye sormayacağım. rasladım çünkü çocuklarına.
kuzeyine gittim avrupacıl-dünyanın: sarışın, mavi gözlü, buğday tenliydiler... gördüm onları. görünce selamlaştım onlarla... gülümsediler: selamı var size, anneniz 'ak deni'zin dedim onlara.
güneyine gittim avrupacıl-dünyanın: yine sarışın, yine mavi gözlü, yine buğday tenliydiler... gördüm, görünce selamlaştım onlarla... gülümsediler: selamı var size, anneniz 'ak deni'zin dedim onlara.
uzakdoğusuna gittim, bütüncül-dünyanın: esmer, kahverengi gözlü, yanık tenliydiler... gördüm, görünce selamlaştım onlarla... gülümsediler: selamı var size, anneniz 'ak deni'zin dedim onlara. ['ne kadar esmer varsa, hepsi bizim soydandır,': mahmut baksı, stockholm/stokholm, sweden/isveç].
ülkemdeki, anavatanımdaki güzel çocuklarınızı da gördüm: ne onları gülümserken gördüm, ne de kendim onlara gülümseyebildim. onlar da benim gibiydiler.
çoğu 'yaşamla' evliydiler. kendi anavatanlarında, 'sürgün' gibiydiler. benim gibi.
yaşamdan çocuğun var mı dersen: yok!
ne demiştim, tam 39 yıl önce: '50 olsun, bakar, eğitir, büyütürüz!'
ne demiştin: 'ne 50'si! bir tane bile olmaz! veremem ben bu 'sistem'e çocuk'. n'apsak, n'etsek, alır elimizden. düşman eder: bize ve birbirine, öz çocuklarımızı...'
hercailik ya da 'aşkına sadık/bağlı kalmama' vardı gibi geliyor bana bizde...
sen 'devrimle nikahlıydın', ben 'düz bir yaşamla'.
devrimden çocuğun var mı, diye sormayacağım. rasladım çünkü çocuklarına.
kuzeyine gittim avrupacıl-dünyanın: sarışın, mavi gözlü, buğday tenliydiler... gördüm onları. görünce selamlaştım onlarla... gülümsediler: selamı var size, anneniz 'ak deni'zin dedim onlara.
güneyine gittim avrupacıl-dünyanın: yine sarışın, yine mavi gözlü, yine buğday tenliydiler... gördüm, görünce selamlaştım onlarla... gülümsediler: selamı var size, anneniz 'ak deni'zin dedim onlara.
uzakdoğusuna gittim, bütüncül-dünyanın: esmer, kahverengi gözlü, yanık tenliydiler... gördüm, görünce selamlaştım onlarla... gülümsediler: selamı var size, anneniz 'ak deni'zin dedim onlara. ['ne kadar esmer varsa, hepsi bizim soydandır,': mahmut baksı, stockholm/stokholm, sweden/isveç].
ülkemdeki, anavatanımdaki güzel çocuklarınızı da gördüm: ne onları gülümserken gördüm, ne de kendim onlara gülümseyebildim. onlar da benim gibiydiler.
çoğu 'yaşamla' evliydiler. kendi anavatanlarında, 'sürgün' gibiydiler. benim gibi.
yaşamdan çocuğun var mı dersen: yok!
ne demiştim, tam 39 yıl önce: '50 olsun, bakar, eğitir, büyütürüz!'
ne demiştin: 'ne 50'si! bir tane bile olmaz! veremem ben bu 'sistem'e çocuk'. n'apsak, n'etsek, alır elimizden. düşman eder: bize ve birbirine, öz çocuklarımızı...'
çıkagelse çalsa kapını şimdi... n'olur: sordu, yâren güvercin.
dedi ki yâren güvercin bana: çalsa, kapını şimdi...
dedim ki: çalsaydı, kapımı şimdi...
dedi ki yâren güvercin bana: çalsa, kapını şimdi...
dedim ki: çalsaydı, kapımı şimdi...
2 Yorum:
çal_saydı, çalsın kapınızı, o kapı hiç kilitli kalmamış ki zaten.açık; bekliyor...
bazan unutmamak ne kadar acı
acı da guzeldir ama,tat verir...
bir gün herşeye rağmen çalsın kapınızı
Ferkul teşekkürler.
'o, bir gün her şeye rağmen çalsa kapımı...'
ya kendine saygısını yitirdiğindendir; ya da beni, bağışlayıcılığındandır. isterdim; ama, istemem...
yolunda gitmeli, o yoldayken sevdi o beni; o yoldayken, sevdim ben onu...
yitiririm ona olan saygımı, 'sensin her şey, yok senden başka hiçbir şey derse...'
ki demez o bilirim. çok insanın, öyle birinin sevgisine, sevdasına gereksinimi var.
o 'devrimle nikah kıyan' biri. ülkesinde devrim oluduğunda, gerçekleştiğinde çalarsa kapımı, başka görevler için çalacaktır.
geçmişi unutacak mıyız? gerekiyorsa unutacağız. öylesi insanlar, sıklıkla gelmezler bu dünyamıza...
onlar, rüzgârdırlar: bulut ararlar, yağmak için...
o bulut bazen siz olursunuz, bazen ben, bazen bir başkası.
ben, beni evrensel bir dostluğa, kardeşliğe sürükleyen bir rüzgârın, yalnızca bir 'dağlık' bulutu oldum: hepsi bu.
Yorum Gönder