benim için belki de artık, yalnızca 'sen' olmalısın
bana 'sen', belki de artık, yalnızca gökyüzü olmalısın
dün, akşamüstü başladı her şey.
...
sabah erken kalkmıştım... gözlerimi nereye doğrulttuysam bir boşlukla karşılaştım. neye doğrulttuysam bakışlarımı, yüzünü, sırtını çevirmişti bana. neyi arasam bulamıyordum. yalnızca gölgelerle doluydu sanki evimin içi.
neye elimi uzattım, neye elimi attımsa boşta kaldı elim.
öylesine sıkıntılı bir gündü ki, akşamı zor ettim.
içim dışım sıkıntı doluydu. çıkayım bir akşamüstü yürüyüşüne, birkaç insan yüzü göreyim dedim. çıktım caddeye... o ne?
in cin top oynuyor ortalıkta. tek bir insan göremiyorum.
park etmiş otomobillerle dolu, yolun iki yanı.
tuhaf, derin bir sessizilik. 'hayalet kasaba'ya dönmüştü mahalle.
yürüyordum... boğazımda, bırakıversem kendimi, art arda hıçkırıklara dönüşecek, binbir düğüm.
yürüyordum... yüreğim zorlanıyordu işini görmekte. tuhaf bir sızı başladı, sol köşesinde yüreğimin. giderek içerisinde yayılmaya başladı sızı. genişledi, genişledi...
yürüyordum... göğsümün üzerine ateşten bir kuşak bağlanmıştı. sıktıkça sıkıyordu bu kuşak göğsümü. göğsümdeki sızıyı, acıyı sızdırmamaya çalışıyordu dışarı ateşten kuşak...
yürüyordum... hayır, yürüyemiyordum artık.
durdum... ilerde bir tepe. vardım gittim oturdum eteğinde bir yere. otlara, çimenlere, yaban çiçeklerine, eşek dikenlerine baka baka dinleniyordum. bir süre öyle kaldım.
kaldırdım sonra başımı... o ne?
önümde istanbul... önümde boğaz... önümde köprü...
daha bir kaldırdım başımı...
... derken gökyüzü... 'o-gökyüzü'...
baka baka göğe, büyülenmiştim.
dilime takılı kaldı şu birkaç söz:
"benim için belki de artık 'sen',
yalnızca 'sen' olmalısın
belki de artık, bana 'sen',
yalnızca 'gökyüzü' olmalısın"
...
döneyim artık dedim evime. biraz olsun gelmiştim kendime.
tuttum evin yolunu...
zihnimde bir kısır döngü... ağzımda mırıltılar.
yürüyordum...
"benim için belki de artık 'sen'
yalnızca 'sen' olmalısın..."
yürüyordum...
"bana 'sen', belki de artık
yalnızca 'gökyüzü' olmalısın"
yürüyordum...
kimi evlerin az ışıklı balkonlarında hayalet gibi duran bazı kadınlar...
hayır... bütün evlerin evet, bütün evlerin az ışıklı balkonlarında kadınlar...
ellerinde, kulaklarında cep telefonları...
'kandiliniz mübarek olsun... efendimize hürmetler.'
yürüyordum...
'hürmetler efendim... sizinki de mübarek olsun...'
yürüyordum...
'kutlarım evdeki herkesin kandilini...'
yürüyordum... mahalle camiinin önü...
[önüme ansızın bir parça aydınlık düşüveriyor gökyüzünden.
başımı kaldırıyorum... turuncu bir gök... tuğladan yansıyan kırmızıları sönük o minare...
cıvıldayan kandil ışıkları...]
...
açıyorum bahçe kapımı...
sarı sarı akşamsefalarım. hepsi açmış çiçeklerini, çekiyorum birkaç fotoğraf...
evimin karşısındaki tekstil atölyesinin önünde, birdenbire insan sesleri...
genç kızlar, genç delikanlılar... ayak sesleri...
yalnızca sesler...
içimden bakmak gelmiyor o yöne...
baksam, ruhuma o tuhaf sıkıntı dolacak hemen. biliyorum...
[penceremden her bakışımda, rastlarım onlardan birkaçına... gözgöze gelirim biriyle, sonra biriyle... sonra...
yemek ve çay saati paydoslarında, gelir kızlardan 5-6'sı. otururlar benim büyük incir ağacının altındaki 10'lu merdivene. yer yemez ordan burdan derledikleri sandöviçlerini... yakarlar sigaralarını... derin bir duman çekerler sigaralarından. sonra çıkarırlar cep telefonlarını... basarlar tuşlara... basarlar... basarlar... basarlar.]
derken dış kapı... giriyorum evime. yakıyorum ışığımı.
ev gibisi yok... bakıyorum, her şey yerli yerinde...
yalnızlık... o, baş köşede. sanki, biraz keyifli de bu akşam.
bir orta kahve... koltuk... bitince kahve, yum gözlerini...
turuncu! evet, turuncu bir gökyüzü... 'o-gökyüzü.'
cııırt! cııırt! cırt! cep telefonum... mesaj geldi anlaşılan...
duvar saati, masa saati, kol saati... 20:24:01...
yüreğimin içinde, ama hangi köşede bilmiyorum. küçücük bir cızzz!
cep telefonum... alıp, basıyorum tuşlara... basıyorum... basıyorum...
bir el uzanıp çeviriyor mandalını yüreğimin, aralanıyor kendiliğinden kapı... küçücük bir serçe...
pırrr! havalanıyor...
'yollandı: 26 tem 2010'. bakalım ne yollanmış?
GÖNÜL GÖZÜ GÖRMEYEN
CAN GÖZÜNÜ NEYLESİN
DÜNYADA DÖNMEYEN DİL
MAH$ERDE NE SÖYLESİN
MEVLAM SENİ DE ÇOK SEVDİĞİ
KULLARINDAN EYLESİN...
kandiliniz mübarek olsun.
[teşekkürler, hanımefendi:
özlemişim, güzel dilinizi
o güzel dilinizden çıkan
bu güzel sözlerinizi...]
1 YorumYorum:
galiba böylesi yalnız olmak, böylesi mırıldanmak güzel; bizden
Yorum Gönder