sansürlü sayfa - güneşin not defterinden düsseldorf, istanbul, mardin, suriye, ürdün... ürdün, suriye, mardin, istanbul, düsseldorf...
uuu, öyle işler yaparlar ki... düsseldorf.
istanbul... her şey, herkes bozulmuş. bozulmuş mu? mardin...
tarçın çubuğu... dar-ı çin... çin ağacı? çin ağacı... suriye...
mürdüm eriği... bardak eriği renginde... su mu? deniz? ürdün...
sürgün. söze... yazıya sürgün.
kitaba pranga. kirpiğe zincir!varsa o demiş,
kitapta olduğu için var!
haşa!
evet...
biliyor muydun sözün buralardan gelip geçeceğini?
bilmiyordun... niye gittiğini, niye döndüğünü... bilmiyordun, değil mi?
bu yaşta olmaz artık... bu yaşta olur... olmaz olur mu, olur olur! bu yaşta? bu yaşta.
evi? arabası? kaç evi, kaç?
hiç mi? evet, hiç!
ben kimseye yük olmak istemem. ben, yük kaldırabilir miyim?
taş değil karşındaki! ya? taş değil işte, o kadar!
yine de sen bilirsin...
istanbul, mardin, düsseldorf, ürdün... suriye..
bak! ben biraz...
bakayım evet!
sen bir az...
bir az, sensin!
2 Yorum:
Sizde bir sanatçı kişiliği var. Fotoğrafı çok beğendim. Adeta profesyonelce çekilmiş.
Güneş ve gölge...
Kim sansürlemiş dersinz??*
Nedir bu diyalog...
Bir ben bir sen mi? Yoksa iki sen mi??
Cevap bekliyorum. Ona göre yorumlayacağım...
İnci, teşekkür ediyorum.
Güneşin Not Defteri'nden bir sayfa gerçekten bu. Sağdaki kesimdeki sansür, kendiliğinden oluşmuş.
Yüzünü, çok sevdiği dostu -belki de 'eş'i- Dünya'ya döndüğünde Güneş, ne gördüyse not alır... Bu notlarını, Dünya'daki nesnelerin üzerine yazar. Dikkat edersen İnci, 'Günlük' sözcüğünün içinde bile 'Güneş'in 'gün'ü gizli...
(Ay, Dünya'nın utangaç, ilk sevgilisi olmalı. Her gece, 'gümüş kalemi'yle Boğaz'ın suları üstüne bir şeyler karaladığına göre, onun da bir günlüğü var demek ki. 'Gecelik' demeli Ay'ınkine, günlük dememeli. Geceliğinin hemen her sayfasında hüzünlü, 'şiir-şey'lere raslamışımdır ben Ay'ın. Rasladıkça da, 'Ayyy!' demişimdir.)
Sanıyorum, bu sayfanın sağ kesiminde, biz okurların görmemesi ya da okumaması gereken bazı şeyler vardı. Güneş, onları bizden niçin gizlemek istedi: bilmiyorum.
...
Fotoğrafın çekildiği günden önce, iki günlüğüne konuk olarak çağrıldığım bir ortamda zorlu bir söyleşi başlatılmıştı. Söyleşi bir zaman sonra, 'zorlama' bir söyleşiye dönüştü...
Yanlış düzeltmekten usandım o söyleşide. Çok da sıkıldım.
Gittiğim yerlerde, dönüş vakti yaklaştığında, ne kadar silmeye çalışırsam çalışayım, hep birkaç 'iz' kalıyor 'kendi gölgem'den.
Doğrularımın eğrildiğini, düzlerimin kırıldığını gördüğümde, 'bu son olsun,' deyerek uzaklaşıyorum öylesi ortamlardan.
...
Dönüşte Kabataş'a geldiğimde, bu yayımladığım görüntü çarptı gözüme. Doğru ve düz duran nesnelerin, eğri ve kırık gölgeleri...
Neden kırık? Çünkü gölgenin oluştuğu zeminde 'kırıklıklar' var.
Doğrunun, eğri olanla; düzünse, kırık olanla bir 'bütün' oluşturduklarını düşündüm. Doğru, yanlışın; gerçekse, yalanın yanı başında duruyordu.
İstendiğinde, yanlışların yanı sıra doğruların da; yalanların yanı sıra gerçeğin de gizlenebileceğini fark ettim.
Yorum Gönder