Meğerse Ne Yeniymişler Yalnızca, Ne de Farklı!

İstanbul'da yaşayan ve İstanbul'u hem 'yeni', hem de 'farklı' biçimde algılayan iki fotoğrafçıdan söz edeceğim bugün. Biri Carol Willams, öbürü İsmail Taşbiçen.


başka fotoğrafçılara hiç benzemiyor Carol...

tıklayın, bakın, kendiniz değerlendirin.
görün istanbul fotoğrafçılığı nasıl olurmuş...

Fotoğraflar-Williams
Aminus

VFXY




Taşbiçen, çektiği fotoğraflarla kendini özdeşleştirmiş biri...

müzisyenliğinin de etkisiyle olsa gerek, ritm içinde ritm var fotoğraflarında...
tıklayın, görünce çok şaşıracaksınız...


Fotoğraflar-Taşbiçen
Aminus3PhotoBlog-Mega
FotoKritik-Mega

PhotoGalaxy-Conga


gelirkenki ölçüleri koruya koruya gidenler: iz bırakırlar...
sanat denilen şey herhalde buralarda bir yerlerde saklı...
gerisi boş.



Yorumla|Paylaş

Yeni 1 ? | Farklı 1 ?

resm-i şehir

[ 'blogdaş ferkul'a sunulmuştur]

evet: resm-i şehir...
bir başka deyişle: 'şehrin resmi'...
evet 'resm-i şehir' de olabilirdi bu yazının başlığı. nedenini, yazımın sonunda açıklamayı düşünüyorum...

ya, bu yazımı, sonuna dek okumayanlar olursa!
evet! iyisi mi, şimdiden yapayım ben açıklamamı...

'blogdaş ferkul', şiirimsi adlı sitesinde 25 mayıs tarihinde, 'şehr_i şiir' başlıklı,

Sana hiç bir tepeden bakmadım İstanbul,
Hiç bir kaldırımında yürümedi ayaklarım,

dizeleriyle başlayan bir şiir yayımladı {isterseniz bu yazımı okumayı, burada kesip, önce sözünü ettiğim bu şiiri okuyun}. 'İçinde yaşanılmamış' bir kente yazılmış bir 'güzelleme' sayılması gereken bu şiirini, şu dizelerle bitiriyor 'blogdaş ferkul':

İstanbul, hiç bir tepeden bakmadığım şehir
Hiç bir kaldırımında yürümediğim şiir
Hiç kimse beni sende görmemiştir
Bende senin kadar
Hiç bir şehir,
Hatta hiç bir sevgili
Senin kadar sevilmemiştir...

yahya kemal'in o ünlü 'Sana dün yine bir tepeden baktım aziz İstanbul' diye başlayan şiirine bir 'nazire/benzeti' de sayılmalı blogdaş ferkul'un bu şiiri (münir murettin'den, şarkı olarak da dinlemişsinizdir yahya kemal'in o şiirini).

blogdaş ferkul, kendi İstanbul'una tepeden bakmıyor!
'İstanbul, hiç bir tepeden bakmadığım şehir'...
bu arada, yahya kemal'e ve onun güzel istanbul şiirine de toz kondurmuyor ferkul...
'Hiç bir kaldırımında yürümediğim şiir'...

sanıyorum, niçin 'resm-i şiir' de olabileceği anlaşıldı bu yazının olası başlığının.
sanıyorum, şimdi bir başka şey daha anlaşıldı: o da, bu yazımı, neden bu blogdaşıma sunduğum.

sanıyorum anlaşılmayan bir bir nokta var yine de...
öyle ya! niçin başlıkta 'Yeni 1 ? | Farklı 1 ?' yazılı...

çünkü, bugün 25 mayıs: ve ben 'yeni bir insan'la karşılaştım...
hayır! 'farklı bir insan'la karşılaştım...
...

biri kara öbürü mavi, iki denizi buluşturan...

ve suları gibi, içinden geçen hemen her şeyin yalnızca geçmediği, bir renkten öbürüne aktığı bir kent...
ve bir vapur... bir iskele... bir kıyı...
kıyıda, elinde çalgısıyla sıradışı bir adam...

bugün mayıs 25: 'yeni bir' insan tanıdım...

bugün mayıs 25: 'yeni bir' insan tanıdım... öyle diyorum ama; bu yabancı uyruklu şarkıcıya, bu kentin öbür yakasında da bir yerde daha önce raslamıştım...

'öbür yaka bu yaka' başlıklı yazımdaki alıntı şiirinde, şair pirhasan ne diyordu?

öte tarafta martılar

biraz daha büyük ve siyah

müzik daha koyu

hele nefesli çalgılar


iki yakalı bir kentte yaşıyorsanız, hangi yakada olursanız olun... nedense hep, bulunduğunuz yakada değil de, karşı ya da öbür yakadaki 'martılar biraz daha büyük ve siyah'tır. 'müzik'se, 'daha bir koyu'dur... 've hele nefesli çalgılar...'

ama bugün, iş biraz ters gitti!
bugün mayıs 25: 'yeni bir' insan tanıdım...
ve sanki bugün, karşı yakanın değil, beri yakanın 'martıları biraz daha büyük ve siyah'tı. ya da bana öyle geldi: bilmiyorum...

hayır! 'farklı bir' insan tanıdım...

şarkıcıyı dinliyordum, karşısındaki banketlerden birinde oturmuş...
sol yanıma baktım bir ara... kaldırım taşlarının üzerinde oturan yabancı kılıklı bir kadın, omzunda genişçe bir şal...

şalı sıyırdı omzundan kadın, yavaşça ayağa kalktı...
çalınan şarkının ritmine uydurdu ayaklarını... başladı dans etmeye yalınayak...

fotoğraf makinemi kendisine doğrulttuğumda: 'No!No picture please!' diye seslendi duyulur duyulmaz bir sesle... çoktan çekmiştim ben fotoğrafımı oysa.

hayır! hayır! hem 'yeni', hem de 'farklı' bir insan tanıdım bugün...

'yeni' olsun, 'farklı' olsun da: ne olursa olsun! yakın durmak istiyor insan yeniye, farklı olana...
yaklaşmak istiyor... yeni bir öykücük daha ekleyecek çünkü yaşamına: bak! bu filanca! bu da benim! şu kişi benim! bu da o kişi!

'farklı insan', ürker gibiydi varlığımdan: uzaklaştı...

dans ede ede, biraz öteye doğru uzaklaştı o 'farklı insan'. bu farklılığı sezen başkaları da vardı. onlar da, hafiften makinelerini hazırlamaya başladılar. 'farklı insan' da, farkını anlamış olmalı ki, aldırmadı sonraki fotoğraf çekimlerine, sürdürdü durdu dansını...

iyice yaşlı biri - bu kadın da yabancı herhalde, şu şarkıcı gibi...
ben - evet, böyleleri genellikle birlikte dolaşırlar. arkadaş olmalılar.
orta yaşlı biri - yok, bu kadın bizden! yabancı değil... birazcık deli, o kadar!

'yeni insan': yalnızlaştı...

biraz önce iskeleye yanaşan vapur, içindeki yolcuları boşalttı. bu yolcuların bazıları, bu şarkıcı 'yeni insan'ın önünden geçtiler. bakındılar, dinlediler: gittiler...

vapur, aldı yeni yolcularını: sakince kalktı, uzaklaştı iskeleden...

bir yolculuğu bitirdi... üfüre üfüre kara dumanını yepyeni bir yolculuk başlattı vapur.

nereye mi gidiyordur şimdi bu vapur?
... öbür yakaya!

öbür yakada martılar...
biraz daha büyük ve siyah
müzikse daha koyu!

hele nefesli çalgılar!

Yorumla|Paylaş

Aykırı Metinler 1

sansürlü sayfa - güneşin not defterinden

düsseldorf, istanbul, mardin, suriye, ürdün... ürdün, suriye, mardin, istanbul, düsseldorf...
uuu, öyle işler yaparlar ki... düsseldorf.
istanbul... her şey, herkes bozulmuş. bozulmuş mu? mardin...
tarçın çubuğu... dar-ı çin... çin ağacı? çin ağacı... suriye...
mürdüm eriği... bardak eriği renginde... su mu? deniz? ürdün...

sürgün. söze... yazıya sürgün.
kitaba pranga. kirpiğe zincir!


varsa o demiş,
kitapta olduğu için var!
haşa!
evet...

biliyor muydun sözün buralardan gelip geçeceğini?
bilmiyordun... niye gittiğini, niye döndüğünü... bilmiyordun, değil mi?
bu yaşta olmaz artık... bu yaşta olur... olmaz olur mu, olur olur! bu yaşta? bu yaşta.
evi? arabası? kaç evi, kaç?

hiç mi? evet, hiç!
ben kimseye yük olmak istemem. ben, yük kaldırabilir miyim?
taş değil karşındaki! ya? taş değil işte, o kadar!
yine de sen bilirsin...
istanbul, mardin, düsseldorf, ürdün... suriye..
bak! ben biraz...
bakayım evet!
sen bir az...
bir az, sensin! Yorumla|Paylaş

Dünya Anneler Günü | 2010

dünya anneler günü 2010 ... kutlu olsun

bir anne olarak sen... | bir kadın olarak anne...
bu dünya işlerinin, yüzde 70'ini sizler yaparsınız, gerisini erkeklere bırakırsınız...

bu dünya mülkünün, yalnızca yüzde 1'i sizin elinizdedir. yüzde 99'uysa erkeklerin mülkiyetinde...

hepinizin adını Elsa koydum bugün: o ünlü Aragon dizesini, iki sözcük farkla yineleyebilmek için...

bu dünyada mutlu aşk yoktur elsa!
mutlu aşk yoktur elsa!
aşk yoktur elsa!
yoktur elsa!
... e l s a!!!


Yorumla|Paylaş

Aşk Üçgeni 1

'yanan' bir üçüncü, her zaman vardır...

bilmem anımsar mısın?
bir ara, sıkça şöyle diyordun: 'lütfen, birlikteliğimiz üzerine, tek başına değerlendirme yapma! tek başına karar verme! kararını alırken, lütfen bana da sor!'
yerinde bir uyarıydı bu...

{{bir, her zaman yanlıştır... ama ikiyle birlikte, gerçeklik başlar... -Nietzsche}}

diyorum ya hep: 'uzak ara buluşmalar'dı bizim buluşmalarımız... birçok şey değişikliğe uğramış olabilirdi, iki buluşma aralığında. elbette bu durumda, önceki koşullara bağlı olarak alınan tek yanlı bir karar, kendiliğinden 'boş karar'a dönüşmüş olacaktı.
gerçekten, yaptığın o uyarı, çok yerindeydi.

(anılardan anılara savurdu durdu beni, 'aşk sürgünü' başlıklı bundan önceki yazım... iyi mi oluyordu bilmiyorum; ama, kolay oluyordu yazmak, birine saplanıp kalınca anıların. bu yüzden, bocalayıp durdum son birkaç gün.
her anı, kendi saydamlığıyla görünsün istiyorum bu defterimde. bir anı, öbüründen 'destek' istemesin, almasın...
'aşk sürgünü'nden 'aşk üçgeni'ne savruldum. görülen o ki, en azından bir sözcüğü örtüşecek, önceki yazıyla bu yazının.)

...
gizli ya da açık...
aşkta, her zaman bir 'üçüncü' vardır, dediğimde bir gün sana...
ne mi olmuştu sonra?
gülümsemekle kalmıştın yalnızca...
'hayır, yoktur!' demediğin gibi, 'vardır, evet' de dememiştin...

konuşmalarımızda değil de, yazışmalarımızda daha çok olurdu: ben böylesi konuları açtığımda, sen çoğu kez, pokercilerin 'pas!' demelerine benzer bir 'beni geçiniz!' havası estirirdin...
öyle bir konu yokmuş gibi, 'suskun' kalırdın... bilmem anımsıyor musun, bunları şimdi?

gülümseyişin de, suskunluğun da, önemsemeyişlerin de, görmezden ya da duymazdan gelmelerin de bir anlamı olduğunu fark etmek için, zaman gerekiyor insana.
insan, sonraki ilişkiler içinde benzer durumlar yaşadıkça ustalaşıyor da, bu fark ediş işinde.

şu anki yaşam düzeyimiz ne olursa olsun...
geleceğe nasıl bakıyorsak bakalım...
yaşamakta ne kadar ustalaşırsak ustalaşalım...
ortada bir 'bengi döngü', sonsuzca aynı bir dönüş(üm) varsa, geçmişte yaşanmış benzer durumları yeniden yaşama olasılığı her zaman vardır.

'yoktur!', diyemezsin... diyebilir misin?

'yanan' bir oyuncu olurdu, her zaman.
çocukken oynadığım oyunlarda benim: bu, normal.
biraz büyüdükten sonrakilerde de
öyle olmaya başlamıştır, nedense: işte, bu tuhaf!

... niye yanardı 'yanan'?
yanlışlık yaptığı için...

... n'olurdu 'yanan'a?
sırasını yitirirdi...

... cezası n'olurdu 'yanan'ın?
oyundışı kalmak...

(anlaşılan, bu 'aşk üçgeni' konusu uzayacak... bu yazının başlığı 'aşk üçgeni 1' olsun. arada bir konuya döndükçe, bir, derim; iki, derim, üç derim: birbirleriyle bir bütünlük oluştursun yazılar diye... 'yazılar' dememi de hiç beğenmedim şimdi. 'sözler' demeliydim. sözcüğün tam anlamıyla 'söz' bunlar; yazı değiller. 'resimli sözler' demeli ya da 'sözlü resimler'.
'aşk üçgeni'nin bir 'uzun söz'e dönüşmesi, başka birçok nedenle de kaçınılmaz bir durum: değil mi yoksa? iyi yazarın işi, yaşanılanı yermekten çok, sergilemek olmalı. konu aşk olduğunda, en iyi olanın işiyse, sergilemekten çok, kutsamak olmalı: olmamalı mı?)

oyundışı kalmak: nerde? 'aşk oyunu'nda...
köşe kapmaca: nerde? 'aşk üçgeni'nde...

hem üçgenler, birkaç çeşit olur: bilirsin.
'bilmem!' deme: bilirsin, bilirsin! Yorumla|Paylaş

Aşk Sürgünü

aşk sürgünü... buydu, çok sevdiğin başlıklardan biri de.

buluşacaktık bu kıyıda... tanışıklığımızın başlarındaydık daha.

sanıyorum sen, benden önce gelmiştin kıyıya.
çaylarımız gelene dek, susmuştuk. konuşmamıştık hiç.

ilk yudumlarımızı alırken çaylarımızdan, 'e!', demiştin. 'anlat bakalım, ne var ne yok?'

ben denize doğru bakıyordum. sense, denize sırtını dönmüştün hafifçe.

yanımızdan ansızın hızla süzülüp geçen bir martıya takılmıştı gözüm. martının, yakınımızda bir yere konacağını sanmıştım önce. konduğunda, gördüğümü sen de gördün mü gibi bir şeyler söyleyip, farklı bir konuşma başlatmaktı düşüncem. duymamış gibi seni, bakıp duruyordum martının ardından. uzaklaştıkça uzaklaşıyordu martı...

gülümsemiştin sen, ben böyle bir süre sessiz kalınca.
sonra çantanı açıp, içinden kalınca bir defter çıkarmıştın. kaldığın sayfada bıraktığın için olsa gerek kalemini, pat! diye kendiliğinden açılıvermişti defterin... önüne koyar koymaz.

kalemini eline alır almaz... başlayınca sen yazmaya: çok şaşırmıştım...
defterinin sol yakasındaki yarım kalmış sayfaya yazıyordun.
o gün için yeni ekler yapıyor gibiydin... eski bir yazıya...

defterinde 'yeni bir sayfa' açmadığın gibi, 'yeni bir başlık' bile atmamıştın yazına: çok ama çok şaşırtmıştı bu beni...

'sözü dolandırma'yı çokça seven biriydim ben.
sense, 'üstü kapalı', 'altı çizili' sözler etmeyi çokça severdin. bu işte, usta bile sayılırdın...
yayımlanmış şiirlerin vardı. onlardaki 'açıklık' üzerine konuştuğumuzda, bugün yazsaydım, o ölçüde 'anlam açıklığına' yer vermezdim, diyordun.

ben, o gün, bu yüzden şaşırmıştım işte... uymuyordu bu izlenimim, o özelliğine.

o defter benim olsaydı ve ben senin yerinde olsaydım ne mi yapardım?
açardım tam ortasından 'yepyeni bir sayfa'. sayfanın dikiş yeri boyunca kalemimi üç beş kez bastırırdım ki, yazıma ara verdikçe kapanmamasını sağlayacak biçime gelsin o sayfa.
sonraki yazılarım sırasında da, pat! diye bulurdum böylece o sayfamı...

ummuştum böyle yapacağını. bu davranış yakışırdı sana. iyi bir örnek de oluştururdu 'kapalı' konuşmana ya da yazmana...

'bak, defterimde, bembeyaz, bomboş, yepyeni bir sayfa açtım! bu sayfa ve bundan sonrakiler hep senin için!' demeden sen daha, anlardım ben, anlamam gerekeni.
...
aşk sürgünü... bir ara, bu söze takılıp kaldığından, böyle bir başlığın altını yazacak çok şeylerin olduğundan söz etmiştin. 'yazsana,' demiştim, 'neyi bekliyorsun yazmak için...'

sözleri kendine yontmada usta biri olduğum için, senin 'aşk sürgünü' sözündeki 'sürgün' sözcüğüne takılmışçasına, 'filizler!' demiştim, 'filizler!'

bahara yakınlaştıkça seyri başka olur, köküne su yürüyen ağaçların, en çok da fidanların, değil mi demiştim.
'yeni' sürmüş körpe, küçücük küçücük dallar, yapraklar... al sana 'sürgün', demiştim.
aklıma ilk gelen bu oldu benim, sen sürgün deyince, demiştim.
...
'belirsizlikten kaçınan birisin sen...' mi demiştin?
'senin bu türden adlandırma beklentileri içinde olmanı normal buluyorum,' mu demiştin?
dememiş miydin?
...
oysa, o günkü buluşmamız: 'uzun sürmüş bir yanlışlığın akşamında...' bir buluşmaymış.
öyleymiş... en azından senin için...
yoksa, benim düşündüğüm gibi: 'uzun sürmüş bir yalnızlığın akşamında...' değilmiş.
öyleydi... en azından benim için...

zamanla anladık ama biz bunu...
hayır! çok zaman geçmeden, demeliyim.

birkaç kez, 'yeni başlangıçlar' için araladıysak da kapılarımızı, olmamıştı.
sonuç hep aynıydı...
neden, sonuç hep aynıydı?

buluşma günlerindeki dokunuş izlerini siliveriyordu sanki bir görünmez silgi.
artıştan, yükselişten söz edilemezdi bu ilişkide...
sürüp giden 'uzak ara buluşmalar' yüzünden mi oluyordu bütün bunlar?
bir buluşmanın yaktığı ateş, sonrakiyle birleşemiyor muydu yoksa?

bir ateş, gerçekten bir ateş mi olmalıydı?
belki de, her buluşmanın ardından, bir kenarda, bir 'külhan ateşi' bulundurmalı ve bir dahaki buluşmanınkiyle beslenmeli miydi bu ateş?
üst üste durmasalar da, yan yana durmalıydılar en azından, bir ateşin korları?
üfleyip de arada bir, kızdırılmamalı mıydı o korlar?
...
nereye getirdi bak bizi, şu 'aşk sürgünü' sözün, görüyor musun?

'aşk sürgünü'...
senden bana o günlerden kalan...
iyi bir söz...
iyi bir tortu...
iyi bir iz...

ya benim bugünkü sözlerim?
bir 'aşk sürgünü'nün sözleri değilmiş gibi...
öyle mi, sence de?

bir 'aşka sürgün' sözler gibi.
... değil mi?
ya da bir 'aşktan sürgün' sözler gibi.
... değil mi?

ister 'aşka' olsun, ister 'aşktan': sürgün, sürgündür...

olsun! nasıl olursa olsun...
adı 'sürgün' olsun da: ister 'aşka...', isterse 'aşktan...' olsun.

bak, yine de....

bu defter, bütünüyle benim defterim...
bu sayfa, bütünüyle benim sayfam...
bu kalem, bütünüyle benim kalemim...
bu sözler, bütünüyle benim sözlerim...
... diyemiyorum.

diyebilse miydim sence, ne dersin?

yalnızca ama yalnızca 'yazıp çizmek' adına...
dolduruyorum da dolduruyorum, boş sayfalarımı.

bazen boş bir deniz kıyısı, bazen yine boş bir deniz kıyısı
bazen kupkuru bir ağaç, bazen yine kupkuru bir ağaç

bazen yıldızsız bir gece, bazen yine yıldızsız bir gece
bazen ıssız bir sokak, bazen yine ıssız bir sokak

bazen boş odalı bir ev, bazen yine boş odalı bir ev
bazen ışığı gece boyu açık bir oda, bazen yine ışığı gece boyu açık bir oda

bazen masmavi bir gökyüzü, bazen yine masmavi bir gökyüzü
bazen süzülen bir martı, bazen yine süzülen bir martı
bazen dumansız bir üsküdar-kabataş vapuru, bazen yine dumansız bir üsküdar-kabataş vapuru

... her sayfası, bunların en az birinin görüntüsüyle süslü bir defter...
işte bu defter... böyle bir 'defter'.

her şey yazılmak, çizilmek için, bu defterimde benim.
bütün görüntüler yazılmak, çizilmek için... bütün dünya...
görüntü bulmak, çok da kolay üstelik.

ne var ki... 'tuhaf' bir sevdayla yaptığım bu işin, oldukça zor bir yanı da var.

her-zaman-yapayalnız-bir-adam yüzü bulamadığım gibi,
her-zaman-yapayalnız-bir-kadın yüzü de bulamıyorum...
biliyor musun?

... bir sayfada, bir yüzü...
her-zaman-yapayalnız-bir-yüzü...
... resmetmem gerektiğinde...

... öylece donup kalıyorum
biliyor musun?
... defterim önümde
kalemim elimde...

{yüz, her şeydir...-ilhan berk}

'biliyorum,' değil...
'bilirim,' dersin şimdi sen...

...biliyorum...

Yorumla|Paylaş
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 

Labels | Etiketler

08 Mart 2014 10 05 2015 Anneler Günü 101 Dize 11 Mayıs 2014 12 Mayıs 2013 Anneler Günü 13 Mayıs 2012 14 Şubat 18 Ağustos 18 Ağustos 2010 Doğumgünüm 18 Ağustos 2011 Doğumgünüm 18 Ağustos 2012 18 Ağustos 2013 18 Ağustos 2014 18 Ağustos 2015 Doğumgünüm 2011 2014 Falım 2015 60+1 8 March 8 Mart 8 Mart 2013 Adalar Adalet Ağaoğlu Âh Mine'l-Aşk Ahmet Hamdi Tanpınar Ahmet Haşim Ahmet Ümit Akşamüstleri All The Flowers Gone Altmışa Merdiven Anadolu Büyüsü Anadolu Çalgılarıyla Rahatlama Müziği Anayurt Özlemi Anneler Anneler Günü Âşık Sana Bir Sözüm Var Aşk Aşk Çocukları Aşk İki Nokta Üst Üste Aşk Mektupları Aşk Sürgünü Aşk Şiirleri Aşk Üçgeni Aşk ve Felsefe Aşkın Kokusu Aşkın Renkleri Aşklar Attilâ İlhan Ayın Nadir Aykırı Metinler Aykırı Sesler B. B. King Baba Babalar Günü Bahar Bahr-ı Tahvîl Bahrı Tahvil Behçet Necatigil Ben Birimdeyim O Altmışında Bilmem Şu Feleğin Bir Aşk Öyküsü Bir Bahar Akşamı Bir Yılbaşını Anlamak Blues Boşuna Bekliyorsun Bu Dünyada Olan Bitenler Buket Uzuner Buluşmak Üzere Can Yücel Caz Cemal Süreya Cemre Cep Telefonu Cogito Come Out Whatever You Are Cümleler Çamlıca Çıplak Ayaklıydı Gece Çiçekler Çivitmavisi Çoğulcu Bir Aşk Belgesi De ki Dedicated to Van Gogh Deniz Depremler Der ki Nar DerKenar Devrim Diller ve Nesneler Dilsiz Aşk Divan Şiiri Doğum Gelenekleri Doğum Günüm Doğum Törenleri Doğumgünleri Dost Dostların Anısına Dostluk Dört Mevsim Dr Ufuk Yaltıraklı Duvar Yazıları Dünya Anneler Günü Dünya Annneler Günü 2010 Dünya Annneler Günü 2012 Dünya Kadınlar Günü Editorbey En İyi Dost Erciş Erkeklerimiz eS Eysan Facebook Fal Felsefe Felsefe Akşamları Felsefe ve Aşk Felsefe ve Yaşam Felsefenin Aşkı Felsefenin Tadı Fotoğrafçı Friendship Geldi Kafiye Gitti Safiye Gemiler Giderim Van'a Doğru Göç Gökkuşağı Gökyüzü Gülen Yüzler Ülkesi Güller Gülten Akın Güven Turan Güvercin Ayrılıklar Güvercinler Güvez Güvez Diliyle Güvez Fotoğrafları Güvez Gözüyle Güvez Şiirleri Güzelleme Happy Birthday To Us Hasat Mevsimi Haydar Ergülen Hepi Börtdey Tu As Hepi Börtdey Tuuu Miii Hercai Hide and Seek İblisler Azizler Kadınlar İdiller Gazeli İki Kıta İki Âşık İkimizin Doğum Günü İlhan Berk İlk Akşam İlk Gün İlkbahar İlkyaz İnferno İskender Pala İstanbul İstanbul Baharları İstanbul Etkinlikleri İstanbul Fotoğrafları İstanbul Mevsimleri İstanbul Şiirleri İstanbul ve Aşk İstanbul'da Aşk İstanbul'da Felsefe İstanbullu Şiirler İyi ki Doğdum Joan Baez Kadıköy Kadıköy'de Söyleşi Kadınlar Kadınlar ve Erkekler Kahvaltı Kandil Işıkları Kapı Kara Kuşlar Karakışlar Kargalar Karşılaşmalar Kavuşma Kayahan Özgül Kediler Kedilerin Aşkı KendimLe Kıyılar Klip Kuşlar Kutlama Kutsal Aşklar Kuyudaki Adam Logos Louise Glück Martı Martılarındır İstanbul Mektuplar Moda Mother's Day 2013 Murathan Mungan Mutluluk Müzik Nar Nâzım Hikmet ve Aşkları Nehir Dizeler Netlog Nirvana nirvAnne Omlet Özdemir Asaf Özlem Panorama Papatyalar Parıltı PusulaŞiir Refik Erduran Relaxation Music with Turkish Instrument Renkli Taşlar Resmin Gölgesi Şiire Düştü Ruhi Su Sabah Saint Valantine Day Saklambaç Seçiminiz Hangisi? SekizinciRengim Seni Düşündüm Servet-i Fünun Sevda Sevgi Sevgi Soysal Sevgili Sevgili Sözleri Sevgililer Sevgililer Günü Sevgililer Günü 2015 Sobe Sokaklar Söylenmezi Bulmak SuSu Şeker Bayramı Şeyh Galib Şiir Şiir Şey Şiir Şeyler Şiirler ŞiirŞey ŞiirŞeyler Şubat Taşlamalar Tevfik Fikret Tuttum Birini Sevdim Ufuk Yaltıraklı Üsküdar Üzgün Kediler Gazeli Van Erciş Depremi Van Gogh'a Adanmıştır Vapur Vapurlar Video Videolar World Mothers Day World Women Day Yakalar Yalnızlıklar Yâren Yâren Evi Yârenlere Ağıt Yaş Yaşam Yaz Yaz Issız Yazısız Yeni Yıl Yeni Yıl Kutlaması Yılbaşı Yolllar Yunus Emre Yurdumsun Ey Uçurum Yürümek