2011'de Buluşmak...

Sana "Bu dostluk, ecele kadar," diyene,
sen de de ki: "Bende, ondan sonrası da var!"


Dost Duruşlar 2 - Güvez"dost duruşlar 2" | çekim: güvez | © 2010
bir de başını çeviriyorsun ki... yanında ben varım!

sanıyorum büyük şair küçük İskender'in şiirlerinden birinde ya da not defterlerinden birinde geçiyordu şu sözler: "işte, size bir yıl başı akşamı... peki nedir bunun anlamı?"

[birkaç şiir dosyası yayım programına alındıktan sonra, biraz sıkça, pijamaya benzer bir pantolonla gelirdi küçük iskender YKY'ye. söyleşi sırasında, editörler bölümüne -çaylarımızı hazırlayan çaycı teyzemiz dahil- girip çıkan herkese, "benim bu şair-i azamımı tanıyorsunuz değil mi?" diye sorardım... belki istanbul kadıköy'deki uğrak yerlerimizden birindeki söyleşilerimizden birinde de söylemiş olabilir bana, bir yılbaşı akşamının anlamını: bilmiyorum...]

gerçekten "nedir bir yıl başı akşamının anlamı?"
onun anlamı, akşamın ardından gelen, yılın ilk sabahında gizlidir.
"dostlukların gerçek terazisi" yıl başı akşamlarını sabaha bağlayan gecelerde iner yeryüzüne.
"yılın ilk sabahı": eski cep defterindeki adreslerin, telefonların, adların "temize çekileceği", gelecek bir yıllık yaşamınızın en belirleyici anıdır.

şimdi eski ve yeni cep defterlerinizi önünüze koyup, eskisindeki adların bazılarını olduğu gibi yenisine aktaracaksınız. bu arada bazı adların üstünü çizecek ve onları eski defterde bırakacaksınız.

eski cep defterinizi "temize çektiğinizde", şöyle bir bakın yeni defterinize: "gerçek dostlarınız", yeni cep defterinizdekilerdir.

geçen yıl boyunca, hep düşünmüş ve sormuştunuz kendinize: acaba kurduğum bu dostlukların hangisi gerçek, hangisi gerekli, hangisi gereksiz, hangisi yararlı, hangisi yararsız?
artık, yeni cep defterinizin içinde bu soruların yanıtları.

bir "yılbaşının gerçek anlamı", yeni yıla girileceği akşam belli olur.
bu ilk akşam, iyice bakıverin çevrenize. kim var, kim yok?
kim geldi çağrınıza uyup evinize, kim gelmedi?
kim sizi çağırdı davet etti evine, kim çağırmadı?

kim aradı sizi bu akşam? kim kutladı yeni yılınızı, kim kutlamadı?

kısaca, her yılbaşı akşamının o mahmurlu sabahı, koca bir yıl daha sürdürülecek dostlukların "temize çekildiği", tek sabahtır.
...
dostlukların temize çekilmesi, elbette ormancı baltası gibi, çözümde köktencidir; ama, onun gibi tek yanlı işlemez.
herkes bu "temize çekme" işlemini yaparsa, birçok yaşam, gereksiz ayrıntılarından, çerinden çöpünden ayıklanmış olur.
...
bu yıl başı akşamını birlikte paylaştıklarınız ya da o akşamı sizinle paylaşmak istemiş de paylaşamamış olanlar ve ertesi sabah cep defterinize girmeyi hak etmiş olanlar, ne mi demek istemişlerdir size?

bu sorunuzun yanıtını, şair Can Yücel Baba aşağıdaki "Buluşmak Üzere" adlı şiirinde vermiş. okuyun lütfen: görün bakalım, vermiş mi vermemiş mi?

[2011'de de buluşmak üzere diyorum... ve sözü, yaşama ilişkin her şeye elindeki "şiirfeneriyle" bakıp, "yücel/t/miş o cana" bırakıyorum.]

Buluşmak Üzere - Can Yücel
Yorumla|Paylaş

Der k ! nar

Nar...aç yüreğini ey nar...

1/1
açılsın yüreğin ey nar
dökülsün incilerin
toplarım onları bir bir
benim ellerim var
2/1
düşüverir yere nar
saçar incilerini
alır küçücük bir el
toplar onları bir bir
3/1
ışıyan o avuca narın
gülümserken yarısı
bakar durur yarısı
az öteden sinsice

["Bu Kenar Esin Perimizin" | Nar ve İncileri]



Nar...dökülsün incilerin...

1/1
ben bir nar ağacıyım dalımda tek çiçeğim var
kelebeklerim burda ... hani arılarım yâr
1/2
uçunca kelebeklerin gelirim olur arı
konarım çiçeğine ... yok ki bir peteğim yâr
1/3
peteğin yoksa ey yâr nar gibi yüreğim var
iğneni batırmadan ... konuver göğsüme ey yâr

1/2
ben bir nar ağacıyım dalımda tek narım var
aç bana avucunu ... düştüm düşeceğim yâr
2/2
aç yüreğini ey nar dökülsün incilerin
toplarım ben onları ... saklarım yüreğim var

["Bu Kenar Bizim İkimizin" | SekizinciRengim & CndEditor ]
Yorumla|Paylaş

Yüzün Bir Kitap Aşka

Aşk da Tutkulardan biridir
KiTap TutkuSuysa bamb/aşka

GökYüzünden
bir KiTap daha

in
... s ...
in
diyedir

Âşıklar, Yeniliyorsa Aşka


İkra/Oku!
YÜREĞİNİZ, bir dünyayı içine alacak KADAR
büyüdüğünde
ne geniş yüreğim var benim
demekle
kalsaydınız keşke
kalmadınız!

BU bir HİKMETTİ
kendinizden bildiniz
siz bu hikmeti

GERÇEK bir aşk yanıtıydı bu OYSA
siz ondan ummasanız da
yüreciğiniz kadar küçülmüş
olamaz mıydı dünya?

BUNU düşündünüz mü HİÇ?
düşünmediniz!

İkra/Oku!Hissettiniz mi Hiç?
["İkra/Oku!" | Ömer Çendeoğlu | 13 Aralık 2010 Pazartesi 20:02 | Facebook-İstanbul]

BİR ZAMANLAR NETLOG'DA YARATTIĞIM ŞİİRŞEYLER RÜZGÂRINI, SIK SIK YÜZLERKİTABI DİYE ADLANDIRDIĞIM FACEBOOK'TA DA YARATMAYA YELTENİŞİMİN ÜRÜNÜDÜR BU İKİ ŞİİRŞEY. HİÇ Mİ ESİNTİ YOK BU ŞİİRLERDE DİYENLERE BİR ÇİFT OLSUN SÖZÜM YOK MU? VAR.
AHMET ÜMİT'İN ÇIPLAK AYAKLIYDI GECE ADLI KİTABINI TANITAN AŞAĞIDAKİ TÜMCELERDE GİZLİDİR SÖZÜM.

-yüreğinizin tüm dünyayı içine alacak kadar büyüdüğünü
ve aynı anda bir toz zerresi kadar küçüldüğünü
hissettiniz mi hiç?-
Yorumla|Paylaş

Beş Mevsim Çiçeği

Dost Duruşlar 1"dost duruşlar 1" | çekim: güvez | © 2010


Baharımdın
Gittin, beni yaza;
Gerçeğimdin
Beni düşe;
İlkten aldın sona,
Beni en çok bana bıraktın.


Beş Mevsim Çiçeği

Yorumla|Paylaş

Kaç Yıl Geçti Aradan?


Dün gece: sessizdim.
Seni düşündüm durdum.
Kuyudaki Adam'ı okuyordum...

'Yine mi,' diyeceksin, 'bu kaçıncı okuma?'
Evet, yine: ve bilmiyorum kaçıncı...

"Peki Lale, ayrılalım şu halde... bak benim sana bir teklifim var. Param da yok diyorsun. Biliyorsun, benim de yok. Hem de hiç yok şu ara. Fakat bulup buluştururum. Vazgeç Erdek'teki davadan. Burada iyi bir avukat var, tanıdığım. Dost. Harika hanım buldu, onun tanıdığı. O senin avukatın olsun istersen... Bir de bana buluruz. Nafaka için de anlaşırız. Dostça burada ayrılalım çabucak. Sen bir kuruş masraf etme. Senin istediğin ayrılmak değil mi?
- Ee... evet.
- Tamam. Ayrılalım. Fakat kimseye belli etmeyelim. Dava yürüsün burada. Biz dönelim gene Erdek'e. Hiç bir şey olmamış gibi. Son bir denemeye gireriz. Üç ay, beş ay. Oldu oldu... Olmadı. Zaten ayrılmış olacağız. Bu süre sonunda, ya yeniden evleniriz. Ya da temelli ayrılırız. Ama her şey dostça olur. Ve içimizde bir ukte kalmaz, son bir tecrübe daha yapmadık diye... Ne kendimize, ne de çocuklarımıza karşı. Her şeyi unutmaya hazırım ben. Söz veriyorum: şu üç beş ay için, eskiden olanlardan hiç söz açmayız. Gayret ederiz, son bir gayret birbirimizi yeniden sevmeye... Ben seni ne kadar sevdiğimi sen gidince anladım. Hiç bir his yok mu sende? Bak, yazım da yarım kaldı. Sen ve çocuklarım olmadan devam etmeme imkân yok. Yoksa başka bir adam mı var hayatında? Başka birini mi seviyorsun?

Çatkın, dinliyordu Lale:
- Yok. Fakat olmuş olmamış, seni ne alakadar eder artık...
Yutkundum.
-İyi, etmez. Sen benim dediğimi düşün. Kırk yılda bir, akıllıca davranayım. Yarın gidelim, konuşalım avukatlarla... Sen de duy kendi kulağınla. Dostça, efendice... dava yürüsün burada. Zaten öyle olursa, bir ayda sonuçlanır diyor Önder bey. Tabii, ayrılmak istiyorsan."


İlk günümüzü düşündüm.
Daha doğrusu, ilk akşamımızı.
Kırk dereceydi hava.

İlk gelişimdi senin, 'gülümseyen yüzler'le dolu ülkene...

Çok kalabalıktı o akşam, ortasındaki tezgâhta çalıştığın o yuvarlak biçimli bar. Ben Jack Daniels içiyordum... Çoğu kez, gelip sen alıyordun kadehimi masamdan, yeniden doldurmak için. Oysa, benle ilk görüşen ve siparişimi alan başka bir bayandı. Birkaç kez bakışıp, göz göze gelmiştik seninle, içkimi bir başıma yudumlarken. Ben, barın sahibi olan hanımla konuşurken de bakışıyorduk arada bir. Fark etmişti bunu barın sahibi. Demişti ki bana: 'Bu gibi ortamlarda, arkadaşlık edeceğin biri, paradan puldan söz ederse, uzak dur ondan. Aman ha!'

Seni sormuştum ona: burada işe yeni başlamışsın. Sertmişsin. Ama, insan sarrafıymışsın. Senle ilgli bu bilgileri alınca, tanışmamın sakıncası var mı, diye sormuştum. Kahkahayla karşılamıştı barın sahibi hanım, bu sorumu.
Henüz bir arkadaşın yokmuş, öyle söylemişti. Seçimin buysa, buldun belanı der gibiydi...

Onunla konuşmamı bitirip, yanımdaki Alman konuklarla söyleşiye daldığım bir ara, seni yanı başımda bulmuştum. Elinde iki kadeh içki vardı. Biri Jack Daniels’tı, öbürü... Evet, ya öbürü?
Sormuştum sana, ‘Bu ne?’ diye. Sağ elinin işaret parmağını, kadehin içine daldırır gibi yapıp, ardından dudaklarının üzerine dikine yerleştirdikten sonra, demiştin ki gözlerimin içine baka baka: 'Bunun adı, Lady Drink...'
Sonra da, 'Söyleşini bitir, hemen geliyorum,' demiştin.

Uzun uzun söyleşmiştik. Mutlu görünüyordun. Yapay beyaz yüzünde, yalnızca iki gözün görünüyordu. Makyajlıydılar; ama, gülümsüyorlardı derin derin. Arada bir de, rüzgâra kapılmış gece feneri gibi sönüyor ve yitip gidiyorlardı. Beyaz yüzünün üzerindeki her şey boşalıyordu sanki o anda. Anlamsız bir beyazlık kalıveriyordu yüzünde, o gülümseyen gözlerin gidince...
...

Kaldığım yere, gelip gelemeyeceğini sormuştun: susmuştum.
Bir kez daha sormuştun: yine susmuştum.
Üçüncü sorundan önce, yanımızdan geçen çiçekçiden, uzun saplı bir gül satın almıştım. Sonra, boş bir şişeye su koyup, masamıza getirmeni istemiştim senden.
Güzel bir Çin vazosu getirmiştin şişe yerine: geniş ama basık biçimli, içi suyla yarı dolu.
Koymuştun uzun saplı gülü vazoya. Gül iyice dışarıda kalmıştı. Sapı da öyle... Gülüşmüştük. Çok gülüşmüştük. Sesimiz yayılınca çevreye, bizi görenler bizden daha çok gülüşmüşlerdi.
İki acemi sevgili, çok normal, demişlerdi belki de.
...
Kaldığım yere gelmiştik. Girişte bir kahve molası vermiştik.
'Bak,' diye başlamıştın söze. 'Ben yoksul bir insanım. Yoksa niye gelip çalışayım böyle bir yerde...'

'Ben,' demiştim, 'yoksul da değilim, zengin de, ama tanıştım seninle. Isındı kanım sana...'


Ardından da, 'Bak,' demiştim, 'ilk önemli sorumu soruyorum sana: çocukların var mı?'
'Var,' demiştin, 'iki tane, ikisi de benim için pırlanta: biri kız, biri oğlan...'
'Nerdeler?' diye sorunca sana: 'Annemin babamın yanında. Buradan çok uzaklarda. Bir kötü koca yüzünden...' diye başlamıştın, kendi öykünü anlatmaya.

Hiç şaşırmamıştım... Ama, üzülmüştüm durumuna.
Yaklaştırıp yanına sandalyemi, sarılmıştım boynuna.
Bir süre kalakalmıştık öyle.
Hıçkırıp durmuştun uzunca süre...

Aşırıca üzülmüş gibiydin.
Sandalyemi alıp yeniden karşına geçtiğimde, bakmıyordun artık yüzüme.
Uzattıydın ayaklarını öne. Ayak uçlarına doğru çevirmiştin başını.
Öylece, donup kalmamıştık, hayır...

Odamın anahtarını vermiştim sana, numarasını da söylemiştim. 'Git dinlen,' demiştim.
Alıp anahtarı ve o sapı uzun tanışma gülümüzü, koşmuştun. Bırakmıştın beni bir başıma, masada.

Gidip biraz daha takılıp barlara, dönmüştüm kendi mekânıma.
Açmıştın kapıyı. Almıştın beni içeri...

'Yorgunum, uyuyacağım ben, gidip bir duş alayım, dönerim' demiştim.

Odaya döndüğümde, gülümüz yeni vazosundaydı: Japon tipi, ince uzun. Uymuştu vazosuna uzun saplı gül. Sen, televizyona bakıyordun. Önündeki sehpada, çok sevdiğini sonradan öğrendiğim o kurutulmuş balık kırpıntıları. Ve ağzına dek dolu, iki kadeh içki.

Belliydi... Konuşmak istiyordun.
'Konuşalım istiyorsan,' demiştim.
Yine, yoksulluktan dem vurmuş, kendi öykünü anlatmaya başlamıştın. Bıraktığın yerden de değil, yeni baştan...

Saatlerce dinlemiştim seni. Sabahın ışıkları girene dek pencerelerden içeri.
Sonra gidip uzanmıştım yatağıma. Ardından sen de gelip, oturmuştun yatağın kenarına...

Bir elinle önce başımı okşamıştın. Sonra, at kuyruğu biçimli ak saçımı ucundan tutup, küçücük örgüler yapmaya başlamıştın. Dudağında, ninniye benzer; ama hüzün dolu, ‘hımmm hım...’lı, mırıltılı bir şarkı.

Sormuştun: 'İyi para kazanıyor musun mesleğinde?'
Yanıt vermemiş, kalkmıştım uzandığım yataktan.
Gidip, çekip almıştım uzun saplı gülü vazosundan. Gelip, uzaklaştırmıştım azıcık, iki kişilik yatağın üzerindeki iki yastığı birbirinden. Uzunluğuna, tam yastıkların, biraz da yatağın ortasına yerleştirmiştim gülü. Ve, demiştim ki sana:

'Aramızda bir sınırdır bu gül. Bak! Şuradan, buraya geçmek, el kol uzatmak ya da kimsesiz tekir kedi yavruları gibi birbirimize sırnaşmak kesinlikle yasak! Lütfen şimdi yat uyu, ben uyuyorum...
İkimize de, iyi sabahlar! '


Ne mi demiştin? ‘Hayır: iyi... günler!’ Ne mi demiştim?
‘Ben unutmam, yaşadığım bu günü. Ya sen?’
Ne mi demiştin? ‘Artık... mümkün mü?’

Kaç yıl geçti aradan şimdi, biliyor musun?
Yorumla|Paylaş

Hasat Mevsimi

Hasat Mevsimi-3

Geleceksen
Hasat mevsimi gel
Üzümler dallarından ayrılırken,
Ayrılık kokulu sevdam coştuğunda
Kaybolmak için gel, bağların arasında.

Kaç tepenin ardındasın,
Gitmekle bitmeyecek
Hiçbir yolun götürmediği uzaklıktasın.
Uzaklık değil bu, tutsaklığımsın.

Gel bütün vedalarını da al yanına,
Kurban ver gönlümü olgunlaşan meyveleriyle
Hasat mevsiminde
Dionizosa.

Hasat Mevsimi-2
Hasat Mevsimi

Yorumla|Paylaş

SuSu

susma vakti geldiyse bir cana / susarım ben bir canana...

SuSu 1
... susuyordum

toprak suya doyuyordu
... ben susuyordum
dışarıda yangın vardı
... ben susuyordum

... sustukça sana
... susuyordum

ve bir sonbahar akşamında
toprak ben yağmur sen
... oluyordun

yangınlarında istanbul’un
yangın sen istanbul ben
... oluyordum

ben yine de sana
... susuyordum

bütün çığlığa rağmen

SuSu 2
'SuSu' | SekizinciRengim
Yorumla|Paylaş

Aşk Ne Renktir, Nasıl Kokar?

Aşk
insanın zihninde kırmızı bir kalp imgesi beliriveriyor

Aşka bir renk yakıştırılsa bu hangi renk olurdu? İlk akla gelen tutkulu kırmızı oluyor, insanın zihninde kırmızı bir kalp imgesi beliriveriyor ya da aşkın sembolü haline gelmiş tek bir kırmızı gül. Aşk yürek kanatır bazen, belki bu yüzden kan kırmızısını yakıştırmışlardır ona, belki de sevdiğini görenin yanakları al al olur diye.

Aşk
aşk-ı eflâtunî


Osmanlı'da maddeden uzak olan aşka 'aşk-ı eflâtunî' derlermiş. Aslında bu kavram 'platonik aşk' demekmiş; çünkü, Osmanlıcada, Platon'un ismidir Eflâtun.


Ayakları yerden kesen bir yanı vardır aşkın, uçuruverir insanı; bu yüzden, mavi gökyüzünün rengi de yakıştırılabilir ona.

Aşk
aşk beyazı: en ufak bir leke, üzerinde sırıtır


Belki de saflık ve masumiyeti ifade eden beyazdır aşk. En ufak bir leke, üzerinde sırıtır.
Gökkuşağı gibi 7 renk olduğu da söylenebilir; her telden çalar çünkü aşk. Hüzünlendirdiğinde mordur, coşturduğunda turuncu, çocuksu tarafları ortaya çıkardığında toz pembe.

Aşk
aşkın ayrılık hali


Aşkın ayrılık hali sarıdır sanki, birlikte kopup gitmek: kâh yeşil kâh mavi.
Tek olamayacağı renk 'şeffaf'lıktır; yalansız, gizlisiz, saklısız aşk var mıdır?
Aşkın kokusuna gelince, herhalde bu 'sevgilinin kokusu'dur. Eşi bulunmaz, koklamaya doyulmaz bir kokudur o.
Aşka dair bunca sözden sonra, çok sevdiğim ve herkesin bildiği bir Attilâ İlhan şiirini de eklemek istiyorum.

Aşk
Ayrılık[lar] Sevdaya Dahil

açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın

rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
her yerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan

ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdaya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiçbir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
her şey onunla ilgili

telâşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sahili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdaya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili

yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflâtuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle

sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da

Aşk
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı

hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız
...

aşk ne renktir,
nasıl kokar?


Yorumla|Paylaş

Kedi Ne! Budu Ne!

Kapı
çalınır
kim ne getirir
vazgeçemediklerin
anahtarları vardır.

Kapı
insan bazen o kadar yalnızdır

sezilir
kim ne zaman gelir
yatağında uyuyan bir kedi
söyler içindeki türküyü

insan bazan o kadar yalnızdır.


'Kapı' | Behçet Necatigil Bütün Eserleri Şiirler 1972-1979
Haz. Ali Tanyeri, Hilmi Yavuz, s. 201, Mayıs 1996 | YKY-İstanbul

Yorumla|Paylaş

Ölesiye

{ey alınyazısı uzmanı / suretlerle doldurursun yazını -c. süreya}


...bahar mezarına gömsünler sizi
...

bahar mezarına gömsünler sizi
yapraklar gibi buluştunuzdu
kokular gibi seviştinizdi
bahar mezarına gömsünler sizi


...yaz mezarına gömsünler sizi...


yaz mezarına gömsünler sizi
ilk kezmiş gibi buluştunuzdu
son kezmiş gibi seviştinizdi
yaz mezarına gömsünler sizi



...güz mezarına gömsünler sizi
...

güz mezarına gömsünler sizi
salkımlar gibi buluştunuzdu
ağular gibi seviştinizdi
güz mezarına gömsünler sizi


...kış mezarına gömsünler sizi
...

kış mezarına gömsünler sizi
sokaklar gibi buluştunuzdu
çarşılar gibi seviştinizdi
kış mezarına gömsünler sizi


'dört mevsim' | uçurumda açan | üzerinden sevişmek
Cemal Süreya
| Sevda Sözleri, s. 147 | YKY-1995-İstanbul

Yorumla|Paylaş

KendimLe


Mayalanmaya bıraktım kendimi
hücremde çoğalıyorum.

Zamandan geriye kalan beni sana saklıyorum,
Tedirginim, değişkenim, suskunum

Bir gözüm türkuvaz bir gözüm güvez, baktıkça resmine kör oluyorum.


Redd-i miras yaptım tüm anılarımı, yetmedi kurşuna dizdim.

Senli tohumlarımı suluyorum balkonumda akşamüstleri, bir de fesleğenleri.
Onlar gibi büyüyor sanrısı da düşlerimin,
Şehvet de sensin şefkat de sen.


Duvarlarımda tınlayan biteviye şarkılarda
dinlediğim de duyduğum da sen.

Her şey senden doğru, her şeyim sana.


kendimLe

Yorumla|Paylaş

İstanbul | 2 Kıta, 2 Âşık ve Günde 4 Mevsim Aşk!


istanbul: 2 kıta... 2 âşık...

İstanbul: doğduğum, büyüdüğüm şehir. Büyürken düşüp kalktığım, kuşlarını kovalarken dizlerimi kanattığım şehir. Bana aşkı ilk tattıran, beni her köşesinde ayrı bir duyguyla ağırlayan şehir. İki âşığın kucaklaşamaması, İstanbul'un kendisi değil mi zaten; iki kıta, iki âşık... Birbirine karşıdan bakan ve köprülerle hasret gidermeye çalışan.


rast gele!

Bu şehrin en çok nesini seviyorsun deseler; onu, farklı açılardan seyretmeyi derim.


'aranan İstanbul' akşamlarından biri...
[akşamınsa aradığı: fısıltıya benzer bir ahmet haşim sesi ya da kırık-kısa bir aşk k/alemi... olabilir mi?]

Akşam günbatımında Kabataş Setüstü'nden Üsküdar'ın kızıl sarı yanan camlarıseyretmeyi; geceyi sabaha bağlayıp, sabah dinginliğinde Rumeli Hisarı sahilinde balık tutanlara 'rast gele,' deyip güne coşkun bir enerjiyle başlamayı sevmişim. Bu şehir öyle bir şehir ki insana Âşiyan'da sonsuza yatanları kıskandırır!



martıların gözüyle...

[denizde/havada, onun yurdunda... onunla karşılaşmanın sevinci, kimbilir ne renktir?
göz:::yaşı mavisi! olabilir bu bak!]


Bir de martıların gözüyle bakmalı İstanbul'a; insanın her vapur seferinde hava şartları ne olursa olsun yaşama sevinci dolar mı yüreğine?


Şaşırtır şu İstanbul ve bazen yaşartır gözlerini efsaneleriyle, tarihiyle. Büyükada'da Ayayorgi'ye yalınayak tırmanırken, yüreğinde dileğinle, manzara sana her şeyi unutturur ve orada kalakalmak istersin bir dalda çaput olup.


bir mola sırası: tepesinden değil de Çamlıca'nın: eteğinden bakınca...

Çamlıca Tepesi'nden Boğaz'a baktığında zerafetine hayran kalırsın, her gelişinde farklı bir köşesinden seyretmek istersin şehri.


Kızkulesi'ni seyredeceksin... özellikle soğuk havalarda...

[güneşli bir günün sımsıcak akşamüstü, hiç olmaz, bak!
kıyıda, taşlardan biri üstüne tünemiş bekleyen Pho2Phil'e raslarsın...
dağılıverirsın birden... ne yalnızlığın kalır, ne kendini toparlamışlığın: aman ha!]

Yalnız kalmak ve kendini toplamak istediğinde Topkapı Sarayı'ndan Haydarpaşa ve Kızkulesi'ni seyredeceksin özellikle soğuk havalarda, kimsecikler yokken oralarda. Sultanahmet'te ilkbaharda nargile içecek ve belki de dünyanın gözüyle keşfedeceksin bu kez İstanbul'u. Orası, ayrı bir cumhuriyettir sanki.


eminönü! eminönü! bir! ki!

Beyazıt'ta Çınaraltı'nda turlayıp sahaflara göz atacaksın keyfin yerindeyse ve Eminönü'ne kadar ara sokakların tadını çıkaracaksın. Mısırçarşısı'nı koklayacaksın.

Anadolu Kavağı'nda en yüksek tepeye çıkıp baktığında İstanbul'u hiç tanımamışım diyebilirsin.

Moda ve Fenerbahçe'den bir adalara, bir Sarayburnu'na çevirip başını "ey güzel şehir," diyeceksin içinden, derin bir nefes çekeceksin hiç geri vermek istemez gibi.


belki bir kadeh bir şey ikram eder Kanlıca sahilinde:
derdini dinler...


İçini çeke çeke ağla
yacaksın bazen, başını İstanbul'un yedi tepesinden birine dayayıp; o, seni anlayacaktır. Seni baharda, laleleriyle avutacaktır Emirgân'da. Kışın, belki bir kadeh bir şey ikram eder Kanlıca sahilinde, derdini dinler.


paylaşmak adına[dır yalnızca, sakın]: şaşırma...

Tüm bunları yaparken güzellikleri paylaşacak biri yoksa yanında; karşına çıkan ilk omuza yaslanıverirsen paylaşmak adına, şaşırma. İşte belki de bu yüzden İstanbul'un aşkları böyledir, tüm bu güzellikleri paylaşmak ister yürek.

Bir de meşhur sözü vardır; 'İstanbulun bir havasına, bir de kızlarına güvenme,' derler, 4 mevsimi bir gün içinde yaşatabildiği için...


köprüler yaptırdım: gelip geçmeye değil, hayır!


[bir bu yaka bir o yaka, gelip gitmeye mi, yine hayır! hayır, buluşmaya da değil!
yalnızca ve yalnızca neye: 'karşılaşma'ya]


Dinamik, değişken, insana istediğinden fazlasını sunan bir şehrin havasından soluyup, suyundan içince "aşk" da yerinde duramıyor belki...


Sevgiler Azizİstanbul

Merhaba Logİstanbul

Yorumla|Paylaş

ŞiirŞeyler 1

gerçek olan, varlığında daha da olmayanın, ütopyamsı bir varlığın olanağını taşır. -ernst bloch.


ateş gibi bir nehr akıyordu
ruhumla o ruhun arasından
bahsetti derinden ona halim
aşkın bu onulmaz yarasından




vurdukça bu nehrin ona aksi
kaçtım o bakıştan o dudaktan
baktım ona sessizce uzaktan
vurdukça bu aşkın ona aksi

['parıltı' | ahmet haşim]



Evlerinin Önü | Öykü & Berk


Yorumla|Paylaş

Yıl 1752 | Çoğulcu Bir Aşk Belgesi 1

aşk için... arayış içindeydim birkaç gündür. 'altınsı sözler' arıyordum aşk için...
günümüzden yaklaşık 260 yıl önce, Erzurum'da bırakılmış bir sevgiliye İstanbul'dan yazılmış bir mektuba takılıp kaldım sonunda... art arda 3 kez okudum bu mektubu: bazen sesli, bazen sessiz.
gözlerim doldu zaman zaman... Logistanbul'da yayımlanmalı bu mektup diye düşündüm.

ekleyeceğim fotoğrafı çekmek için, üç gün üç gece gezdim: dağ tepe, kıyı bucak... çektiklerimden yalnızca biri doldurdu gözümü... belleğimi kurcaladıkça, anladım ki çocukluğumdan kalma bir iz, bir tortu, gözümü dolduran bu fotoğrafa doğru sürüklüyor zihnimi.


kutsal kitapların 'gökyüzünden inmiş' olması, aklıma ilk takılan soruydu çocukluğumda... minareleri gördüğümde, böylesi kitapları yazan 'kalemler' sanıyordum onları. kutsal yazıların 'mavi gökyüzü'ne bu kalemlerle yazıldığını, yazılar tamamlandıkça, göğün bu yazılı yerlerinin kendiliğinden 'yırtıldığını' ve uça, süzüle, birer 'yaralı kuş' gibi yere düşmüş olacağını düşünürdüm.

Kuran Kursuna götürüldüğümde 4 yaşındaydım. ilk günkü ilk işim, gidip hocanın rahlesinde açık duran Kuran'ın sayfalarının rengine bakmak olmuştu...
sapsarıydı sayfaların hepsi: hiçbiri, 'mavi' değildi!
çocukluğumda yaşadığım bu ilk 'düş kırıklığı', sanıyorum hiç silinmemiş belleğimden...
'58'li yaşımdan sevgili çocukluğuma, saygıyla...' diyeyim ve geçeyim 'mektubumuza' -kestane kebap, acele cevap!

{
Ve izzetli, hürmetli, muhabbetli, hakikatli, hatırlı, gönüllü, hizmetli, sabırlı, ma'rifetli, akıllı, gayretli, şefkatli, güzel yüzlü, şirin sözlü, melek huylu, çelebi kollu, nazik elli, ince belli, şirin yıldızlı, has odalığım, oğlum annesi, gönlüm canânesi, inci danesi, hatunum ve hanımım, küçük kadın Züleyha Hanım huzuruna...


aceb cihanda senin gibi var mıdır?


Candan selamlar ve gönülden dualar edip ol mülâyım hatırın kat kat sual ederiz. Allahın birliğine emanet veririz. Benim küçük kadınım, benim âşık paşam, benim gözüm, benim sırdaşım, benim dervişim, benim emektarım, ne keyftesin, ne haldesin, ne demdesin, neylersin, nişlersin, iyi misin, hoş musun? Allah, yardımcın olsun. Hak Taâlâ canına sağlık, gönlüne hoşluk versin. Tanrı seni bana bağışlasın. Bir dahi dünya gözüyle görüşmek müyesser eylesin, âmin. Aceb cihanda senin gibi var mıdır?


allahu taâlâya âşık olalım... safalar edelim.


Zilhem, Zilhem! O tatlı canın seveyim. O tatlı bakışların seveyim. Hiç fikrimden gitmezsin. Böylece ayan gönlümde durursun. Benim nazik âşığım. Senin için yollarda ve İstanbul'da besteler yazıyorum ve öğreniyorum ki inşallah gelende seninle ses sese verelim de, türlü türlü besteler, güzel güzel kitaplar okuyalım. Allahu Taâlâya âşık olalım. Safalar edelim.

Bir küçük kadın gördüm. Hemen sana benzettim. Selam sabah ettim. Sesi dahi sana benzer idi. Senin hatırın için sokak ortasında ona yârenlik edip ahvalini sordum. Bir ihtiyar kocası varmış zindanda. Ona ekmek götürür imiş. On kuruş borcunu vererek, onu ihlâs edip sevabını sana bağışladım. Allahu Taâlâ senden razı olsun. Zira ben senden yer gök dolusu razıyım. Allah oğlumuz Şeyh Osman'ı bize bağışlasın, âmin. Ve cümle kadınlar, sana kurban olsun. Ve büyük kadınlar, bacılarına kurban olsunlar. Siz, bana dünyalar değersiniz. Hak Taâlâ dördünüzü bana dünyada bağışlasın ve ahirette firdevs-i âlâda dahi sizi bana versin, âmin ya Erhamürrahimîn. Dahi ben kimsenin fikrinde ve hayalinde değilim.


ol kadar çok sözüm vardır ki, bir ay yazsam tükenmez...

Bu muhabbetnamem boş gelmesin diye her birinize birer bürüncük gömlek irsal olundu. Şimdilik mazur olsun. İnşallah yakında vademiz tamam olduğunda ağa efendimizden destur alırız ve gelip sizinle çermikte çimeriz. Zira, bu çermiği sizin hevesinizle yaptırdım. İnşallah elime akça girerse camuş çermiğinde sizin için bir küçük kümbet yaparız. Siz gidende, ol küçük çermiği, sizden başkalarına yasak edersiniz. Tenha safa ile çimer, çıkar; pak olursunuz.
Size ol kadar çok sözüm vardır ki, bir ay yazsam tükenmez... }


Marifetname adlı ansiklopedisinden başka 15'i aşkın 'yazma' yapıtı ve bir de divanı bulunan Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi'nin (1703-1780), İstanbul'dan, Erzurum'da bıraktığı Firdevs, Fatma, Belkıs ve Züleyha adlı 4 eşine 1752'de 49'undayken yazdığı mektubun, 'has hatun'u saydığı 'küçük kadın' Züleyha'ya ayırdığı bölümüdür. [Ayrıca bakınız: 'Aşk İki Nokta Üstüste' | Cogito-Bahar-95 | YKY-İstanbul.]


Yorumla|Paylaş
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 

Labels | Etiketler

08 Mart 2014 10 05 2015 Anneler Günü 101 Dize 11 Mayıs 2014 12 Mayıs 2013 Anneler Günü 13 Mayıs 2012 14 Şubat 18 Ağustos 18 Ağustos 2010 Doğumgünüm 18 Ağustos 2011 Doğumgünüm 18 Ağustos 2012 18 Ağustos 2013 18 Ağustos 2014 18 Ağustos 2015 Doğumgünüm 2011 2014 Falım 2015 60+1 8 March 8 Mart 8 Mart 2013 Adalar Adalet Ağaoğlu Âh Mine'l-Aşk Ahmet Hamdi Tanpınar Ahmet Haşim Ahmet Ümit Akşamüstleri All The Flowers Gone Altmışa Merdiven Anadolu Büyüsü Anadolu Çalgılarıyla Rahatlama Müziği Anayurt Özlemi Anneler Anneler Günü Âşık Sana Bir Sözüm Var Aşk Aşk Çocukları Aşk İki Nokta Üst Üste Aşk Mektupları Aşk Sürgünü Aşk Şiirleri Aşk Üçgeni Aşk ve Felsefe Aşkın Kokusu Aşkın Renkleri Aşklar Attilâ İlhan Ayın Nadir Aykırı Metinler Aykırı Sesler B. B. King Baba Babalar Günü Bahar Bahr-ı Tahvîl Bahrı Tahvil Behçet Necatigil Ben Birimdeyim O Altmışında Bilmem Şu Feleğin Bir Aşk Öyküsü Bir Bahar Akşamı Bir Yılbaşını Anlamak Blues Boşuna Bekliyorsun Bu Dünyada Olan Bitenler Buket Uzuner Buluşmak Üzere Can Yücel Caz Cemal Süreya Cemre Cep Telefonu Cogito Come Out Whatever You Are Cümleler Çamlıca Çıplak Ayaklıydı Gece Çiçekler Çivitmavisi Çoğulcu Bir Aşk Belgesi De ki Dedicated to Van Gogh Deniz Depremler Der ki Nar DerKenar Devrim Diller ve Nesneler Dilsiz Aşk Divan Şiiri Doğum Gelenekleri Doğum Günüm Doğum Törenleri Doğumgünleri Dost Dostların Anısına Dostluk Dört Mevsim Dr Ufuk Yaltıraklı Duvar Yazıları Dünya Anneler Günü Dünya Annneler Günü 2010 Dünya Annneler Günü 2012 Dünya Kadınlar Günü Editorbey En İyi Dost Erciş Erkeklerimiz eS Eysan Facebook Fal Felsefe Felsefe Akşamları Felsefe ve Aşk Felsefe ve Yaşam Felsefenin Aşkı Felsefenin Tadı Fotoğrafçı Friendship Geldi Kafiye Gitti Safiye Gemiler Giderim Van'a Doğru Göç Gökkuşağı Gökyüzü Gülen Yüzler Ülkesi Güller Gülten Akın Güven Turan Güvercin Ayrılıklar Güvercinler Güvez Güvez Diliyle Güvez Fotoğrafları Güvez Gözüyle Güvez Şiirleri Güzelleme Happy Birthday To Us Hasat Mevsimi Haydar Ergülen Hepi Börtdey Tu As Hepi Börtdey Tuuu Miii Hercai Hide and Seek İblisler Azizler Kadınlar İdiller Gazeli İki Kıta İki Âşık İkimizin Doğum Günü İlhan Berk İlk Akşam İlk Gün İlkbahar İlkyaz İnferno İskender Pala İstanbul İstanbul Baharları İstanbul Etkinlikleri İstanbul Fotoğrafları İstanbul Mevsimleri İstanbul Şiirleri İstanbul ve Aşk İstanbul'da Aşk İstanbul'da Felsefe İstanbullu Şiirler İyi ki Doğdum Joan Baez Kadıköy Kadıköy'de Söyleşi Kadınlar Kadınlar ve Erkekler Kahvaltı Kandil Işıkları Kapı Kara Kuşlar Karakışlar Kargalar Karşılaşmalar Kavuşma Kayahan Özgül Kediler Kedilerin Aşkı KendimLe Kıyılar Klip Kuşlar Kutlama Kutsal Aşklar Kuyudaki Adam Logos Louise Glück Martı Martılarındır İstanbul Mektuplar Moda Mother's Day 2013 Murathan Mungan Mutluluk Müzik Nar Nâzım Hikmet ve Aşkları Nehir Dizeler Netlog Nirvana nirvAnne Omlet Özdemir Asaf Özlem Panorama Papatyalar Parıltı PusulaŞiir Refik Erduran Relaxation Music with Turkish Instrument Renkli Taşlar Resmin Gölgesi Şiire Düştü Ruhi Su Sabah Saint Valantine Day Saklambaç Seçiminiz Hangisi? SekizinciRengim Seni Düşündüm Servet-i Fünun Sevda Sevgi Sevgi Soysal Sevgili Sevgili Sözleri Sevgililer Sevgililer Günü Sevgililer Günü 2015 Sobe Sokaklar Söylenmezi Bulmak SuSu Şeker Bayramı Şeyh Galib Şiir Şiir Şey Şiir Şeyler Şiirler ŞiirŞey ŞiirŞeyler Şubat Taşlamalar Tevfik Fikret Tuttum Birini Sevdim Ufuk Yaltıraklı Üsküdar Üzgün Kediler Gazeli Van Erciş Depremi Van Gogh'a Adanmıştır Vapur Vapurlar Video Videolar World Mothers Day World Women Day Yakalar Yalnızlıklar Yâren Yâren Evi Yârenlere Ağıt Yaş Yaşam Yaz Yaz Issız Yazısız Yeni Yıl Yeni Yıl Kutlaması Yılbaşı Yolllar Yunus Emre Yurdumsun Ey Uçurum Yürümek