[biliyorum, 'kaç istanbul var ki?' dersin sen şimdi: ama, doğru. herkesin kendi içinde yaratıp yaşattığı, bir bile değil: birçok istanbul'u var. herkesin zamanla kendini unutup, kendine değil, içinde yaşattığı istanbul'una benzemesi belki de bu yüzdendir.]
insanlarına çokça benzerdi istanbul'un mevsimleri...
kimi vaktinde gelir, kimi geç kalır, kimi de yollarda mı kaybolurdu ne: hiç gelmez olurdu.
bu yüzden, bir zaman sonra gelse bile fark edilmez, yüzleri unutulmuş mevsimler olurdu.
bir ıslanır, bir üşür, bir yanardı yedi tepeler...
evlerin bahçeleri... çiçek fidanları, meyve ağaçları, dallar: dalların kuşları...
kuşların sesleri: türkülü, şarkılı, şiirli 'merhaba!'lar...
'ben geldim!'ler, 'özledim!'ler: hep böyle olurdu.
...
bu kez olan: uzaklarda, zamanla ultra yüksek apartmanların, iş evlerinin boylarına eriştiği yedi tepelerden birinin yamacında oldu...
bir adam, o adam, aynı adam... kapısının önündeki beton çatlağının üzerinde, yeni açmış bir sarıçiçeğin yanından geçerken başladı her şey.
sabah alışverişinden dönüyordu. koyu yeşil yapraklar bozuvermişti çiçeciğin sarı yalnızlığını.
sabahlamıştı o gece. 'günlüğü'ndeki sonuncu sayfayı doldurmuştu. yalnızca yazmamıştı, bir şeyler de çizmişti...
("bakar durursun pencerenden: senin için açmış gibidir de her çiçek. senin için doğmuş gibidir de her filiz, her yaprak, her tomurcuk... yine de sen!
kendi pencerendesindir: sardunyalar saksılar... saksılar sardunyalar.")
son üç yıldır: bin sabır, bin çaba, bin bir emek... evinin arkasındaki küçücük bahçesini düzenlerdi her kış sonrası: bu yıl, dokunmadı hiçbir şeye... evet: hiçbir şeye dokunmadı.
bir zaman sonra girdiğinde bahçesine, bakıyordu ki her yanı bin bir çiçek. kuştan arıya, tırtıldan börtü böceğe, karıncadan salyangoza: her ses, her renk, her koku, her doku...
("ya da kendi iç-bahçendesindir: şurda bir türkü, burda bir şarkı, orda bir şiir...)
uzun uzun baktı, beton çatlağının arasında açmış o sarıçiçeciğe. sanki bir giriş kapısı, sanki bir bakış penceresi gibi duruyordu, adamın bu yıl hiç dokunmadığı bahçesine.
bir çiçeğe dokunmak, el sıkışmak demekti gelen baharla: dokundu adam sarıçiçeğe... yürüdü girdi bahçeye.
yığınla kırçiçeği, yığınla yaban otları arasında, gövdesi yitivermiş vişne ağaççığını gördü. ağaççığın dalları ak ak vişne çiçekleriyle dolmuştu. küsmemişti, küsmeyecekti demek ki vişne ağaççığı bu yıl bu adama.
dokundu adam... ağaççığına, dallarına, ak ak çiçeciklerine...
kendine ilk gülümseyen akçiçeğe doğrulttu, küçük fotoğraf makineciğini adam.
tarih düşecekti bu fotoğrafla adam, bu bahara... niye bu bahara?
evet, niye bu bahara?
("kırçiçekleri açmış bahçende... birbiriyle şakalaşır, eğleşir.
uyanır küçücük bir esintiyle.
kimi boyun eğer, kimi kanat çırpar başlayan eğlenceye...
bir kucaklaşır, bir öpüşür, bir ayrılışırlar...
uzun ya da kısa... hani...
... yeni eğlencelerin başlangıcıydı her bahar?")
çocuklaşıverdi adam, uydu baharın eğlencesine... katıldı kırçiçeklerinin arasına.
eğlence dediğin, yeni dostlar, yeni arkadaşlar isterdi, öyle ya.
çevirip, sallayıp durdu başını bir o yana, bir bu yana kendi bahçesinde adam.
çevirip salladıkça başını, uyup ılık esintilere: başladı başı dönmeye.
derken savruluverdi yere. doğrulup oturduğunda, her yanı kırçiçekleriyle doluydu. daha bir döndü adamın başı: zor attı kendini evinin kapısından içeri...
("kulağın zilinde kapının... evet: biri gelecek, ama kim?
o gelecek... o, o işte... ya da, kimse kim!
sen kimsin, sen onu söyle?
... direnmeyi bilmeyen, her şeyin önünde eğilen, hiç başkaldırmayan...
birkaç 'kırık çizgi'. kimi zaman ondan da beter: her zaman başladığı yere dönen bir eğri: hepsi bu.")
yitirmeye başladı sabahki dupduru ışığını her şey: öğlen oldu.
sıkılıverdi adam, penceresine doğruldu...
gölgelendi her şey... gölgelene gölgelene, çiftleşmeye, çoğalmaya yüz tuttu her şey...
canlanıverdi adam. ılıyan soluğu, kapalı penceresinin camına vurdu. buğulandı cam.
bir şeyler yazıp çizdi, buğulu cama adam...
akşam oldu sonra: istanbul için bir akşam
istanbullu için bir akşam...
boğaz'ın suları yandı sonra...
benli-sensiz bu akşam da gitti, diyordu adam...
yorulduğunu fark etti adam. gitti uzanıverdi kanapesine.
çekti başının altına anneciğinin kendi elleriyle örüp ona verdiği, anı kalsın dediği beyaz dantel işlemeli yastığı. daldı derin uykuya...
("azalmıştı gece düşlerin... gündüz düşlerinden umuyordun çok şeyi...
çocukluk günlerin geliyordu aklına zaman zaman.
kapıp, kendi yaptığın şeytan uçurtmanı.
koşturmak istiyordun ilerdeki tepenin yamacındaki o uzun patikada.
uçurtma yerine, yüreciğini bağlamış gibiydin ipin ucuna.
... koparmasan ipini, boğulurdun.")
yazdı durdu adam...
... dedi ki: her şeyiyle, tam bir bahardı bugün.
... dedi ki: bir kalemin bildiğini, kâğıtlar niye bilmesindi?
... dedi ki: susarsa bir gün kalem, kâğıtlar anlatsın, kâğıtlar söylesindi.
... dedi ki: yoksa niye kitaplar, umulmadık anlarda gökyüzünden insindi...
... dedi ki: esirgemezken tanrılar bile bildiğini... sen niye!
yazdı durdu... yazdı durdu adam...
bu bahar bir b/aşka bahardı. başa vuran bahardı...
kâğıt doldu: kalem durdu. adam sustu...
["üzerinden geçilecek nice köprüler vardı. sıra sıra, bomboş dolmuşlar vardı...
ardı martılı, güvertesi seyirli nice vapurlar vardı...
ve yollarda işaretçi kırçiçekleri: gelmedin..."]
ardı martılı, güvertesi seyirli nice vapurlar vardı...
ve yollarda işaretçi kırçiçekleri: gelmedin..."]
6 Yorum:
Sayın editörümüz döktürmüşsünüz yine,kaleminize sağlık.
Bu sene ilkbahar kendini hissettirmeden geçiyor,o nedenle bu yazı ilaç gibi geldi gerçekten de.İlkbaharla ilgili daha da çok yazmak lazım...
" Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz.
İçimde uyanan eski bir arzu
Dedi ki: yıllardır aradığın bu
Şimdi soruyorum büküp boynumu
Daha önceleri neredeydiniz? "
Bu şarkıyı Müzeyyen Senar!ın sesinden dinlediniz mi hiç? Ben dinledim. Her bahar yürekten söylerim severek...
Ben her bahar bir başka olurum. Doğa uyanırken benim de içimde duygular, sesler , renkler , özlemler, umutlar uyanır. Her sıkıntıyı, üzüntüyü elimin tersiyle bir kenara iter ve sanki yaşama yeni bir başlangıç yaparım. Kuş seslerini dinlerim. Yüzümü güneşin sıcaklığına verir gözlerimi kaparım. İçim ısınır. Akşam üstleri kendimi ılık bahar rüzgarına bırakırım. O saçlarımı dalgalandırır, eteklerimi uçurur. Güneşin batışını seyrederim.
Hele çiçekler renk renk. Ahhhh.
Bu bahar başka bahar benim için. Hiçbir güzellik beni avutmuyor. Her şeyin farkındayım. Yine bahar geldi. Ama benim kışım bitmedi.
Yüreğim bir kuş çırpınışıyla kıpır kıpır. Gözlerim O'nda... Yüzüne gülerken içim ağlıyor. gelecek bahardan umutlu olmak istiyorum. Herşey herkesin istediği gibi olsun. Dileğim bu...
Yazınız "fevkaladenin fevkinde" Çok beğendim. Uzun uzun ne de güzel yazmışsınız. Kutlarım. yazılarınızın arasını uzatmayın lütfen.
Güvez siz de yazın. Sizin de yazılarınızı özledik.
Selam ve sevgiler...
esirgemezken tanrılar bile bildiğini... sen niye!
yazıp dursun adam.ve kadın...
yazmalı
böyle bir bahar yalnızlığını da anlatmalı
bir günü de özet geçmeli
bazan bir anı da paylaşmalı
Teşekkürler Güvez.
Yazdığım bu "bahariye"yi ilaçtan saymanıza sevindim, kendini hissettirmeden gelip geçmekte olan bu yılki bahara karşı.
"Daha da çok yazmak lazım," diyorsunuz. Zarif kaleminizle, baharın bu davranışını (hissettirmemek, hayale çok kapı açmak demek değil midir?) bir de siz irdeler ve sözün gerisini siz getirseniz ne güzel olur...
Ben, buluşmadan ayrılığa erişen ama bunun bir ilk mi yoksa son mu olduğunu anlayamamış, eski şairlerimizden Şeyh Galip'in izinden gittim.
"Ermeden vuslata hicrana eriştik amma
Anlasam bari, bidayet mi nihayet mi nedir?"
Gül bahçelerimizden (gülistan/bahar) söz etmeye birkaç gül yeter diyen şair Ahmet Paşa bile, destekliyor bahar üzerine çokça kalem oynatılabileceğini: "Söz bağında çok nevruz (bahar) olur, çok güller biter".
yahya kemal'in de, "aramızda bir adın canandı" dediği istanbul'unu "yıldızlar o yanda kendi bu yanda ve hülya gibi hoş geçen bir zamanda" anlattığı bir baharı var. "istanbul'un öyledir baharı / bir aşk oluverdi aşinalık / aylarca hayal içinde kaldık / zannımca erenköy'de artık / görmez felek öyle bir baharı"diyor.
Sizden de bir "bahar" okumak dileğiyle.
Teşekkürler İnci. Logistanbul'dan ve benden de selam ve sevgiler.
"Daha önceleri nerelerdeydi?" Paylaştığınız şiirin şairi Fuat Edip Baksı da bilmiyor olmalı ki bu sorunun yanıtını, bize unutulmaz sözleri olan bir şiir bırakmış. Bestecisi Selahattin Pınar araclığıyla da, hüzünlü bir şarkının güftesi oluvermiş bu şiiri yazan Baksı'nın, 20'ye yakın şarkı güftesi var.
Söylendiğine göre şair Baksı, 19-20 yaşlarındayken düşünde görüp gönlünü kaptırmış olduğu güzel kızı arar durur yıllar boyunca. Bulamaz ve ailesinin zoruyla evlendirilir.
Bir bahar akşamı, 50'inci baharındaki Baksı'nın yolu, Acıbademde'ki Çamlıca Kız Lisesi'nin önünden geçer. Zil çalıp, öğrenciler evlerine dağılmak üzere yola düştüklerinde, Baksı'nın gözüne bir kız ilişir.
Yıllar önce düşünde gördüğü bu kız karşısında donup kalır, kendinden geçer. Baksı'nın bu halini gören kız, çok mahcup olup boynunu eğer.
Kendine gelince, beyninden vurulmuş halde yoluna devam eden Baksı'nın diline bir dize takılır: "Bir bahar akşamı rastladım size..."
"Bitmedi", dediğiniz "kışınız"ın bitivermesi ve umutlarınızın gerçekleşmesi dileğiyle.
Teşekkürler Ferkul.
Evet, yaşadıkça yazıp duracağız.
Ama, bazen düşünüyorum: gerçekten bir başına "bahar" diye bir şey var mı?
Gerçekten kendini açan, tamamlayan "çiçek" diye bir şey var mı?
Belki de bütünüyle "düşler" içindeyiz.
Sanıyorum, bütün fidanlar, ağaçlar yalnızca kendi içlerindekileri döküyorlar. O hale, "bahar" ve içlerinden döktüklerine de "çiçek" diyoruz.
Ya dallardaki "meyveler" diyeceksiniz. Onlar da bilinmeyen bir kolun "yeraltından" uzanıp, avucunu doldurup yeryüzüne/bize sunduğu "tuhaf/şaşırtıcı şeyler" olsa gerek...
Niçin "yeraltından"? Orası gerçekten düşündürücü.
Ayrıca "meyveli zamanlar", çoğunlukla bahar sonrasına, "yaz"a rastlıyor.
Mevsim olarak "yaz" sözcüğü de bir "buyruğu" andırıyor.
Bu durumda belki, baharla yetinmeyip, günü geldiğinde "yaz"ı da "yaz"malı!
Yazmak için de her şeyi, bir "kitap" gibi okumalı: "Oku/ikra!"
Yorum Gönder