{bir varmış bir yokmuş...
çook ama çook eski zamanlarda taşlar, o kadar renklilermiş ki, göreni şaşkınlığa düşürürlermiş.
gel zaman... git zaman...
bir gün demiş ki bir Kırmızı Taş bir Beyaz Taşa: "seni seviyorum... e, gel seninle..."
Beyaz Taşın yanıtı şu olmuş Kırmızı Taşa: "bilmem ki, bir sorayım, komşu taşlar ne der acaba?"
kırmızı rengi soluvermiş üzüntüden Kırmızı Taşın. çok zaman geçmemiş aradan... güzel rengini yitiriveren Kırmızı Taş, kapkara kararıvermiş ve bütünüyle öbür taşlara benzemiş.
bir başka gün, Sarı Taş gelip yanına demiş ki Beyaz Taşa: "seni seviyorum... e, gel seninle..."
Beyaz Taş şöyle yanıtlamış Sarı Taşı: "teşekkürler. ama, bu sözü duymamış olayım senden..."
sarı rengi soluvermiş üzüntüden Sarı Taşın. çok zaman geçmemiş aradan... güzel rengini yitiriveren Sarı Taş, kapkara kararıvermiş ve bütünüyle öbür taşlara benzemiş.}
derken, dünyanın iki ayrı ucunda bir erkek ve bir kız dünyaya gelmiş. ilki büyümüş, Louis Aragon adlı ünlü bir şair olmuş. ikincisi Elsa, o da büyümüş, güzel gözlü bir kadın olmuş.
Aragon, "seni seviyorum," demiş Elsa'ya.
Elsa'nın yanıtı "... biliyorum," olmuş.
Aragon, durmuş durmuş... bir çift söz daha söylemiş sevgilisi Elsa'ya.
ilki şuymuş söylediği sözün: "kendi kıyısında bir başına duran küçücük bir çakıltaşıydım ben, kaldırıp aldın beni yerden..."
ikincisiyse şu: "Elsa... mutlu aşk yoktur Elsa... biliyor musun?"}
...
bahar geldi evet. kim durabilir ki artık evinde...
bak... ben mi, n'yaptım?
"ben, boğaz'da bir kıyıya indim: evet... dün de, evde yoktum."
dolaşırken kıyıda, üzeri yazılı beyaz bir çakıltaşı gördüm.
kaldırıp aldım, üzeri yazılı beyaz çakıltaşını yerden.
avucumun içinde evirip çevirdim, üzeri yazılı beyaz çakıltaşını...
o kadar okuyup anlamaya çalıştıysam da... nafile!
bir türlü... evet, bir türlü çözemedim...
o yazıyı... biliyor musun?
0 Yorum:
Yorum Gönder