"Yeryüzü şimdi nereye gidiyor? Biz nereye gidiyoruz? Tüm güneşlerden uzaklaşıyor muyuz? ... Hâlâ bir yukarısı ve aşağısı var mı? Ah, keşke tüm filozoflar Schopenhauer’ın öğrencileri olsalardı." -Nietzsche.
Özyaşamlarını yalnızca tek yönlü siyasal sloganlara hapsedip insan yaşamına ve ilişkilerine "tek bir pencereden ve karşı karşıya" bakanların günden güne çoğaldığı bir çağdayız. Kendimizi 2000'li yılların bir Albert Camus'sü sayarak, yaşama ilişkin kişisel/özel deneyimlemelerin göz ardı edilebildiği böyle bir çağı, "zihinsel / düşünsel intihar çağı" olarak adlandırabiliriz pek âlâ...
“Gerçekten ciddi, tek bir felsefi problem vardır; o da, intihardır," demişti Albert Camus 1942'de yayımladığı "Sisyphos Söyleni"nde". Ardından da "Hayatın yaşamaya değip değmediğine karar vermek, felsefenin temel sorusuna cevap vermekle birdir,” diyerek bağlamıştı bu sözünü. Gerçekten de "felsefe kaldıracı" olmadan ya da o kaldıracı kullanmadan "yaşamın ve hatta ölümün anlamı"nı bulmaya çalışmak, akıntıya karşı kürek çekmek gibidir. Nitekim Camus de bu kaldıracı kullandıkça, "Yaşamaya değer bu dünya! Yeter ki, sizi anlayan ve sizin anladığınız birkaç dostunuz olsun," diyebilmiştir. Demek ki, yaşarkenki "deneyimlemelerimiz"in altını, yaşam-ölüm ekseninde, bazen "tek başımıza" bazen de birileriyle "birlikte" çizip kurcalamak gerekiyor...
Dün (18 Temmuz 2014 Cuma) akşam, "Felsefenin Tadı" adlı, iç içe odalarıyla şirin mi şirin bir mekânda toplandık. Felsefeci, araştırmacı, terapist dostumuz Ufuk Yaltıraklı'nın önderliğinde, en eski ve yeni bilgelerin / düşünürlerin görüş, düşünüş, yaşayış ve öğretileri eşliğinde, kendi günlük yaşantılarımızda sıkça kaçırdığımız "bilme ve mutluluk" fırsatlarını, sonraki karşılaşmalarda "kâküllerinden" nasıl yakalayıp kendi avucumuza alabileceğimizi, birlikte düşündük, tartıştık ve öğrendik.